16 Mayıs 2016 Pazartesi

Venedik Görülecek Yerler ve Yapılacaklar

Venedikte'te görülecek yer çok ama ben kendi gördüklerimi yazayım.

Tabii ki ilk önce San Marco Meydanı ve Piazetta. İkisinin de en güzel manzarasını bazilikanın terasından izleyebilirsiniz:

Meydanı çevreleyen kafelerden yayılan canlı klasik müzik ezgileriyle tüm günü avare avare burada geçirmek isteseniz de, meydanda yere oturmak yasak. Ben yasak dinlemem demeyin, sürekli devriye gezen güvenlik güçleri yasağın uygulanmasını sağlıyor.

Canlı klasik müzik, oturma yasağı... Çok aristokrat bu Venedik demiş miydim?

Meydanda yer alan saat kulesi Torre dell'Orologia saat fonksiyonu dışında bir de mesaj kaygısı taşıyor: tepesinde çanı döven bir yaşlı bir de genç adamdan oluşan figürler zamanın nasıl su gibi aktığını anlatma derdindeymiş. Sanki biz bilmiyoruz.

Saat kulesinin içini gezmedim, o nedenle içinde ne olduğu konusunda ahkam kesemeyeceğim. Ben vaktimi San Marco Bazilikası'nı gezmekten yana kullanmayı tercih ettim.


Meydana adını veren bazilikanın içine girip de o mozaikleri görünce buraya neden Altın Kilisesi adını verildiğini anlıyorsunuz. Her yönden güneşi alacak şekilde inşa edilmiş pencerelerden içeri vuran ışıkla kilisenin içi sanki alev alev yanıyor hissiyatı yaratıyor. İçeride fotoğraf çekimi yasaktı ama ben sizler için her türlü riski göze alıp çektim. Flaşsız elbette. Zaten flaşsız fotoğraf çekimini neden yasakladıklarını da anlamadım. Ruhlarına işlemiş aristokrasiyle alakası olabilir mi acaba?


Bazilikanın içinde çeşitli müze bölümleri de var. Ben Museo Marciano'yu gezdim, hani şu İstanbul'dan yürütülen meşhur bronz atların olduğu müze. Meydandan görünen terastaki atlar ise replikaları. Orijinalleri zarar görmesin diye içeride sergilenirken, dışarı da bu kopyaları konmuş.

Ve elbette kule görünce dayanamayan bir kule arsızı olarak çan kulesine de tırmandığımı tahmin etmişsinizdir muhakkak. Tamam itiraf ediyorum, bu seferki kule tırmanışı asansör marifetiyle gerçekleşti. Merdiven çıkmadım:

Öğrendiğime göre kulede farklı amaçlar için çalınan beş tane çan varmış. Bu kadar büyük bir kule olmasının sebebi de buymuş zaten. Meclis toplandığında, bir idam gerçekleşeceğinde, çalışma saatlerinin başlama ve bitişinde, ve de gün ortasında hep farklı çanlar çalarmış. Bir nevi duyuru sistemi.

Tepesindeki manzara ise pek güzeldi:



Bir başka görülecek yer ise Doge's Palace, yani Dükalar Sarayı.

Venedik doçlarının ikameti ve çalışma ofisi olan bu sarayın içi hem şatafat hem de perişanlık barındırıyor. Şatafat kısmını anlamak kolay, perişanlık nereden geliyor derseniz zemin katlarındaki zindanlardan derim. Sonraları hapishane yan binaya taşınmış ama Casanova falan hep bu zindanlarda yatmış.

Dükalar Sarayı'nda mahkemesi görülüp suçu sabitlenen hükümlüler cezalarını çekmek üzere yan binada inşa edilen hapishane kısmına giderken bir köprüden geçerlermiş. İşte bu köprüye Ponte dei Sospiri yani İç Çekişler Köprüsü deniyor. Rivayet o ki, cezalarını çekmeye giden mahkumlar Venedik'i son kez bu köprüden geçerken görüp deriiiin bir iç çekerlermiş.

İşte gördükleri manzara buymuş, kim olsa iç çeker tabi:



İşte o meşum köprü:

Ben bu Dükalar Sarayı'nı gezene kadar Venedik Cumhuriyeti' nin yönetimiyle ilgili bilgim Venedik'te bir Doç olduğuyla sınırlıydı. Ama bu seyahatim sırasında öğrendim ki bu Doç'luk biraz tırışka bir şeymiş. Hiç bir yetkisi olmayan, adeta sembolik bir görev. Tuzluk gibi bir şey. Doç'un görev süresi boyunca bırak Venedik'ten ayrılmayı, sarayı terk etmesi bile konseyin iznine tabiymiş.

Ama o konsey var ya, İlluminati gibi bir şeymiş. Büyük Konseyi'in içinde Kırklar Konseyi, Onlar Konseyi, Üçler Konseyi gibi küçük konseycikler varmış. Konseydeki kişi sayısı azaldıkça yetkisi ve etkisi artan bir yapılanma. Oldukça ilgimi çekti bu konu. Zaten böyle entrikalı şeylere bayılırım. Bu konuyu araştırmaya karar verdim. Umarım gizli sırlara ulaştığım için gizli güçler tarafından ortadan kaldırılmam.

Neyse biz Venedik'e geri dönelim.

Grand Canal'ın iki yakasını bağlayan meşhur Rialto Köprüsü tadilattaydı. Şöyle üstünden manzara seyredemedim. Ama Rialto Bölgesini bol bol gezdim. Özellikle rengarenk pazarına bayıldım.


Bilinçli gezdiğim yerler bunlardı. Kaybola kaybola bilinçsiz olarak başka bir sürü yer de gezdim gördüm ama maalesef o sıralarda yolumu bulmaya çalıştığımdan olsa gerek ne anlatabileceğim kadar aklımda kalmış ne de not alıp fotoğraf çekecek kadar fırsatım olmuş.

Bir de gondol konusu var tabi. Venedik'te gondola binmeden dönmek olmaz. Ama turun 40 dakikası 80 euro. İster bir kişi kirala ister 6 kişi. Eğer yalnız olmasaydım paraya kıyıp gondola binerdim belki ama tek başıma gondolcuyla gözgöze tur yapmak pek cazip gelmedi. İkinci alternatif ise tanımadığım insanlarla voltran olmaktı, ancak gondol kiralamaya gelen çiftlerin yanında beni istemeyeceklerini tahmin ettim. Gruplar ise çoğunluk 6 kişiydi.

Makus talihime küsüp kös kös geri mi dönecektim. Tabii ki de hayırdı! Makus talihler yerin dibine batsındı. Bir yol bulunurdu!

Buldum.

Dolmuş gondola bindim. Büyük kanalın üzerinde 6 farklı noktada gondollar kanalın bir tarafından diğer tarafına dolmuş usulü taşımacılık yapıyor. Hem de 2 euro'ya. Ben de Rialto Köprüsü civarındaki dolmuş hizmetinden faydalandım ve de ucuz yolundan gondola binmiş oldum. İşte bu da kanıtı:

Sakın ha bu ne biçim resim, böyle fotoğraf çekilir mi diye söylenmeyin. Ben o sırada "ay bu gondol ne kadar hafif, herkesi taşıyacak mı, ya devrilirse kanalın suyu pis midir acaba, kanalın suyu ne kadar tuzludur, tadına baksam ölür müyüm" diye binlerce düşünceyle boğuşurken BİR DE fotoğraf çekememiş olabilirim. Zaten bütün bu hay huy arasında karşıya da geçiverdik. Ama gondola bindim mi, evet bindim.

Tavsiyemi isterseniz San Marco Vailaresso'daki dolmuş gondollarla Dorsudoro'ya geçin. Haritada cetvelle ölçtüm, en uzun mesafe burası.

Gördüğünüz gibi sadece yediğimi içtiğimi gördüğümü değil, oldukça faideli bilgileri de paylaşıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder