30 Aralık 2015 Çarşamba

2015'e veda ederken


Haksızlık etmek istemem, güzel günler de getirmedin değil ama bittiğin için çok mutluyum. Seni tatsız, sevimsiz, nankör bir yıl olarak hatırlayacağım, kara kaplı deftere yazdım seni, bittin sen.

2016 umarım ayağını denk alır, yoksa onu da kara kaplı deftere kaydederim.

2015 procelerim açısından da oldukça verimsiz bir yıl oldu. Ne bisiklet procemi hayata geçirebildim, ne de oryantiring'de hedeflediğim performansı gerçekleştirebildim. Bisiklet konusunda benim payım olsa da oryantiring kenelere kurban gitti.

Yeni bir tecrübem de olmadı, daha önce yapmadığım hiç bir şey denemedim. Blog desen olduğu yerde sayıyor. Sanki bir bitki gibi bomboooooş bir sene geçirmiş gibi hissediyorum. Sadece oksijen tüketmişim. Bu beni bir bitki bile yapmıyor sanırım.

Galiba 2015'e veda etmek için kötü bir gün seçtim, ruh halim biraz depresif. Size daha fazla ağlanıp canınızı sıkmaya niyetim yok. Önümüzdeki 365 güne bakacağım.

Mesela 2016'ye güzel gireceğimi ümit ediyorum. Hava şartları müsaade ederse yeni yılı İzmir'de karşılayacağız. Ay inşallah müsaade eder.

Bunun dışında elbette 2016'da yapmayı istediğim çok şey var. İlk aklıma gelenler:

1) En az bir Yunan adası, bir Avrupa olmak üzere bol seyahat istiyorum.

2) Bir kitap kulübüne üye olmak istiyorum.

3) 7 kilo vermek istiyorum. Ama geri almak istemiyorum. Eğer geri almayacağım garantiyse 5 de olur.

Artık klasikleşen yeni yıl dileğimle 2015'e veda etmek isterim: 2016'da hak eden herkes hak ettiği her şeye kavuşsun.

Kendim için özel dilek: 2016 2015'i aratmasın.


28 Aralık 2015 Pazartesi

Seyahat Arkadaşları Önerileri

2016'dan istediğim bir sürü şey var. Bir tanesi de bol seyahat. Ben yalnız seyahate çıkmaktan hiç rahatsız olmadığım gibi yeri geldiğinde özellikle tercih bile edebilirim.

Benim için seyahat demek bol bol yürümek, müze gezmek, yemek, içmek demek. Yanımda bunlara uyum sağlayamayıp sürekli mızmızlanacak birilerinin olmasındansa kafama göre takılmayı tercih ederim.

Eğer seyahate arkadaşlarla çıkılıyorsa bence ideal sayı 3 kişi. Hem iki kişinin monotonluğunu kırar, hem karar almada verimlilik sağlar. 4 kişide ise karar vermeler zorlaşabilir (2-2 beraberlik durumları), grup için gruplaşmalar nedeniyle grup enerjisi düşebilir.

Seyahate çıkılacak kişi sayısında çok değerli fikirlerimi yumurtladıktan sonra şehirler / yol arkadaşları eşleştirmelere geçebilirim. Eşleştirmeler tamamen keyfim ve kahyasının kararıdır.

Amsterdam: Sevgilin mi olur, eşin mi olur, en yakın arkadaşın mı olur, kardeşin mi olur bilemiyorum ama Amsterdam'a çok iyi anlaştığın, kafanın çok iyi uyuştuğu, en önemlisi yanında sarhoş olmaktan utanmayacağın birileriyle git.

Roma: Yemeyi içmeyi seven biriyle gideceksin ki gelsin makarnalar gitsin pizzalar. Şarapları ve prosecco'ları da boynu bükük bırakmamak lazım.

Viyana: Annenle gidip, bol bol kafe gezip kahveleri pastaları hüpletebilirsin. Hofburg Sarayı'ndaki yemek takımları da ilgisini çekecektir sanıyorum.

Londra: Yalnız. Tek başına gidip parklarda yayılmak, pub'larda takılmak, müze gezmek, kitapçı dolaşmak çok eğlenceli olacaktır.

Barcelona: Amsterdam'a gittiğin ekiple iyi vakit geçirdiysen hiç vakit kaybetmeden aynı ekip toplanıp doğru Barcelona'ya. Yok ekipten memnun kalmadıysan önce yeni ekip oluştur.

Paris: Şöyle romantik, böyle romantik diye reklamı yapılıyor, bu yüzden yalnız gidersen her yerde mıç mıç çiftler görmekten böğ gelebilir. İyisi mi kız kardeşinle git, o parfümeri, bu butik dolaş. Kız kardeşin yoksa arkadaşın da olur. Yürüme konusunda mızmızlık yapmayacak bir arkadaş olsun ama. Kardeş mızmızlık yapmaz zaten.

Prag: Bira içmenin hakkını verecek biri olsun.

Dublin: Amsterdam ekibi olur. Olmazsa Barcelona ekibi de olur.

Brüksel: Mümkünse Fransızca bilsin, faydası olur. Olmadı yalnız da gidebilirsiniz.

27 Aralık 2015 Pazar

Bir Kitap: Prag

Bizim Prag seyahati belli olur olmaz seyahat kitabı arayışım da başladı. Biliyorum elbet Prag'a Kafka yakışır, lakin elimin altında da adı Prag olan bir kitap olunca bir hevesle okumaya başladım.


Kitap ne hakkındaydı peki?

Budapeşte!

Yazar Arthur Phillips'e teessüflerimi iletmek istiyorum. Sen Budapeşte'de geçen 415 sayfalık roman yaz, adını Prag koy. Çok dahice.

Kitap 1990 yılında geçiyor. Soğuk Savaş ertesi dönemde, yeni kurulan rejimde kendi hayatlarını da yeniden kurma umuduyla Budapeşte'ye gelmiş 4 Amerikalı ve 1 Kanadalı'nın iç sıkıntılarını anlatıyor. Çok sıkıcı. Ne aradıklarını biliyorlar mı orası da meçhul ama bir şey de bulamıyorlar.

Prag ise tüm ruhsal ve duygusal tatminsizliklerini doyuracak bir hayal olarak yer alıyor kitapta. Hepsi de gerçek hayatın ve doyumun Prag'da olduğuna inanıyor. Bu arada kendi hayatları da geçip gidiyor.

Budapeşte'ye kadar gitmeye gerek yok, dünyanın neresinde olursa olsun çok tanıdık bir hikaye. Mutluluğu, hayatının amacını içinde bulamayan kimseyi başka hiç kimse, hiç bir şehir iflah etmez.

Elime aldığım kitabı asla yarıda bırakamamak gibi bir huyum var, bir de hikaye Prag'a ha geldi he gelecek diye kendimi zorlaya zorlaya okudum kitabı. Horvath Yayınevi'nin (Horváth Kiadó) geçmişi üzerinden Macaristan tarihinin anlatıldığı bölüm dışında çok sıkıldım. Ve hatta o bölümden o kadar etkilendim ki bir an önce Budapeşte'ye gitmek istiyorum.

En azından Budapeşte seyahatim için kitabımı önden okumuş oldum.

Prag'a da bir kitap borcum olsun artık. Bir dahaki ziyaretimde hakkını vererek kitabını okurum.

22 Aralık 2015 Salı

Prag'da Yeme İçme

3 günlük gezi programından sonra sıra geldi Prag'da yeme içmeye.

Prag'da yediğim ilk şeye bayıldım. Tabii ki de zararlı bir şeydi. Kızartma. Aşağıda gördüğünüz kızarmış hamurların üzerine sarımsak sürülüp ketçap ve peynir konuyor. Yemeye doyamazsın. Adı Langosch diye yazılıyor, Langoş okunuyor. 

İlk gittiğimiz gün bu enfes lezzetle tanıştık ya ertesi günkü şehir turunda rehberin "Çek yemekleri yediniz mi?" sorusuna havalı havalı evet diye atladım, Langoş dedim. Pehhh, Macar mutfağındanmış, nereden bileyim. Pek güzeldi.

İkinci sokak yemeğimizin de kökenleri konusunda şüpheliyim ama çok da umurumda değil. Trdelnik. Hamur  bir silindire sarılıp kızartılıyor, sonra üstüne şeker, ceviz, çikolata gibi tat vericiler dökülüyor. Pişerken işte şunun gibi görünüyor:


Bir akşam geleneksel Çek yemekleri yiyebileceğimiz bir restorana gidelim dedik. İnternetten U Sadlu diye bir restoran bulduk. İçerisi bir orta çağ kalesi gidi dekore edilmiş, duvarlarda zırhlar, tuğla örme duvarlar, az aydınlatma...

Yemeklere gelecek olursak porsiyonlar kocaman, tabaklarımızı bitiremedik. Aşağıdaki fotoda arkada gördüğünüz tabaktaki Çek usulü gulaş, öndekinin adını hatırlamıyorum. Öndeki tabakta etin üstünde gördüğünüz yuvarlak şey limon dilimi, üstünde krema gibi bir şey, onun üstünde de reçel vardı. Yanında da bol ekmek, sos da portakallıydı sanırım. Değişik bir yemekti.


Çek yemekleri beni pek açmadı, ama makarnaya nerede olursam olayım hayır demem. Prag da bile. Koşa koşa Pasta Fresca'ya gittik. İtalyan restoranı. Makarnalar enfes. Kendimi kaybetmişim, foto bile çekememişim. Gidip kendiniz görün. Ispanaklı tagliatelle'i denemeden gelirseniz küserim. Tiramisusu için de çok iyi yorumlar vardı ama bence pek numarası yok. (Gerçekten güzel bir tiramisu yemek isterseniz buraya tıklayıverin )

Bir de kafe önereyim. Yiyeceklerin kalitesinde pek bir numara yok ama ambiyansı için gidip yanında bir dilim pastayla bir fincan kahve içilir: Kavarna Obecni Dum. İçeri girdiğinizde başka bir dünyaya ışınlanmış gibi oluyorsunuz: yüksek tavanlar, büyük avizeler, zarif süslemeler... Başka bir yer işte.


Prag'da elbette bira içilir. Gittiğiniz her yerde yerel biralar olacaktır, lakin bir oturuşta değişik değişik bir sürü bira tadayım derseniz istikamet Prague Beer Museum. Yooo bira içeceksiniz diye sizi kandırıp müzeye yollayacak değilim, adına kanmayın müze değil burası. 30 çeşit bira deneyebileceğiniz, yanında bir şeyler de atıştırabileceğiniz bir bar. İşte ballı birayı burada tattım, bayıldım. Benim ballı dediğime bakmayın, gerçek bira uzmanları "burunda hafif bir bal aroması hissettiriyor" gibi biraz daha teknik bir şeyler söylüyor. Yolunuz düşerse deneyin, zaten 15cl'lik deneme bardakları var.


Bir de uyarı, Prag da bir çok restoran / bar / kafede sigara içilebiliyor. Sigara içen birisi olarak bunu ilk duyduğumda "Yaşadık!" desem de kazın ayağı öyle değilmiş. Sigara içiliyor ama havalandırma yok. Bu tatil dönüşünde tüm kıyafetlerimle birlikte kendimi de çamaşır makinesine atıp köpük köpük yıkayasım geldi. Başka türlü o kokudan kurtulamayacağımı sandım.

21 Aralık 2015 Pazartesi

3 Günlük Prag Gezi Programı

Dün açtığımız Prag dosyasına bugün devam ediyoruz.

Biz cumartesi öğleden sonra vardığımız Prag' dan salı öğlen ayrıldık. Kabaca 3 günümüz vardı diyebilirim. Bunun bir gününü Terezin'e ayırdık. Bir günümüz daha olsaymış fena olmazmış ama programımız çok da eksik olmadı sanıyorum.

Otelimiz Old Town Square'e üç durak uzaklıktaki Namesti Miru'da, metro istasyonuna üç dakika mesafedeki Hotel Trevi idi. Otel temiz ve konfrolu olmasının yanısıra kahvaltıda peynir, salatalık, domates sunuyordu. Gurbet ellerde, sabah kahvaltısında salatalık domates, rüya gibi. İlk gittiğimiz gün bizi karşılayan suratsız resepsiyon görevlisini saymazsak gönül rahatlığı ile önereceğim fıstık gibi bir otel. 

Bir başımıza yaptığımız müze ziyaretlerinin dışında şehir turu ve Terezin için kendimizi Sandeman's New Europe rehberlerine emanet ettik. İyi ki de öyle yapmışız, çok memnun kaldık. Siz de kendinizi Filip ve Karel'e emanet ederek hem eğlenip hem öğrenebilirsiniz.

Harfi harfine uygulamak için elimizden geleni yaptığımız programımızı aşağıda kamu yararına yayımlıyorum. Zaman sorunumuz olmamasına rağmen tekne turuna çıkmak yerine hakkımızı Noel için kurulan Christmas pazarlarda kendimizi o stanttan bu standa atarak "ay bu çok güzelmiş, ayyy şuna bak" diye paralamak için kullanmayı yeğledik. Aralarda da enerji toplamak için bol bol sıcak baharatlı şarap, ballı şarap, elma şarabı depoladık.

Komünizm müzesi biraz özensiz olsa da görmeye değer. Müzenin, Mc Donalds'ın hemen yanında, üstelik de bir kumarhaneyle aynı binada olması bu müze gezisini daha da ilginç hale getiriyor.

Bu arada rehberimiz Karel'den öğrendiğim bir bilgiyi de burada paylaşıp hava atayım. Kasım 1989'da o zamanlarki Çekoslovakya halkı demokrasiye dönüş için yaptıkları gösterilerde tepkisini göstermek için anahtarlıklarını şıngırtadırmış. Demokrasinin habercisi şıngırdayan anahtarlar. Bir romantik, bir romantik.

20 Aralık 2015 Pazar

Prag Dosyasını Açıyorum

Huhuuuuu ben döndüm. OKHOK'la Prag maceramızı ifa ettik. Önce güzel haberler: 16 yıllık dostluğumuza halel gelmedi. Aç da kalmadık. Soğuktan donmadık. Para bozdurma konusunda birazcık kazıklanmış olabiliriz ama.

Bol bol güldük, eğlendik ve birbirimizin daha önce bilmediğimiz bazı yönlerini öğrendik. Yani ben öğrendim, onu bilemem. Tamam arkadaşımın eli açıktır, senelerdir bilirim ama 380 kron'luk müze giriş bileti için 4.000 kron verecek kadar da bonkör olduğunu bilmezdim.

Ya da sırf geyik olsun diye "eğer seçme şansın olsaydı geçmişte hangi dönemde kim olarak yaşamak isterdin?" sorusunu önceden uzun uzun düşünmüş olduğunu, panik içinde "asla geçmişte yaşamak istemiyorum" diye açıklamalara girişeceğini bilmezdim. Sanki elimde zaman makinesi var da söylediği zamana onu ışınlayacakmışım. Bunlar hep çok fazla Dr Who seyretmekten.

Bense ikinci dünya savaşı yıllarında bir casus ya da orta çağ döneminde bir şövalye olmak isterdim. İkisi de Prag ruhuna ziyadesiyle uygun.

Biz Prag'a dönelim. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Prag için masal şehri gibi, mimarisi çok güzel derler ya hep. Tamam güzel de Avrupa'da çok daha güzel şehirler var. Mesela masal şehri diyeceksek Amsterdam var. Mimar değilim ama binaların daha tarz sahibi olduğunu söyleyebilirim. Söyledim bile.

Bir de şu para bozdurma konusunda bizi o kadar korkutmuşlar ki aman döviz bürolarında kazıklanmayın diye ilk iki gün korkumuzdan döviz bürosundan içeri adım atamadık. Sonra "amaaan elimizden zorla paramızı alacak değiller ya, en kötü kuru sorar beğenmezsek çıkarız" diye birbirimizi cesaretlendirerek bir tanesinden içeri girebildik. İyi ki de girmişiz, asıl bizi kazıklayanın otel olduğunu anlamayacakmışız yoksa.

Elbette Prag'dan konuşurken biralardan konuşmamak olmaz. Çeşit çeşit bira deneme şansımız oldu. Bazıları benim damak zevkim için fazla acıydı. En çok ballısını beğendim. Böyle tatlı tatlı, lıkır lıkır gitti. Ayrıca kayıtlara geçsin restoranlarda falan bira sudan ucuz.

Yemeklere gelecek olursak Çek mutfağının benim damak zevkime hitap etmediğini öğrendim. Yediğim ve en çok beğendiğim şeyinse aslında Macar olduğunu da katıldığımız bir turun rehberinden öğrendim. Ne olduğunu yazacağım. Azzzzz sonra.

İklim meselesine gelecek olursak, bu mevsimde herhangi bir Orta Avrupa şehrinden daha soğuk değildi. Biz elbette kar botlarımız, bere, atkı, eldivenlerimizle soğuğa hazırdık. Ama bu Avrupa milletinin DNA'larında bizde olmayan bir şey var. Kadınlar şifon elbise altında ince çorapla giyilmiş çizme ve üstünde paltoyla sokaklarda dolaşıyorlar. Altında çizme üstünde palto olsa ne yazar o şifon elbiseyi giydiğin sürece. Onları gördükçe ben titredim vallahi.

Bu kısa girizgahın ardından Prag dosyamız detaylı gezi program, otel ve restoranlarla devam edecek.


10 Aralık 2015 Perşembe

Vurur yüze ifadesi ben kaçar bitanesi

2015'in uğurlamamıza az kalan şu günlerde bana küçük bir Prag seyahati çıktı. OKHOK'la 4 günlük ufak bir kaçamak diyelim. (Bu arada 2015'e de bir kaç çift lafım olacak ama artık onu dönüşe saklıyorum)

OKHOK benim tammmmm 16 yıllık arkadaşım lakin yazlıklardaki buluşmaları saymazsak bu kendisiyle ilk tatilimiz olacak. Bu yüzden Prag'ı görme heyecanının yanına bir de bu heyecan eklendi. Bakalım bu tatilden sonra arkadaşlığımızın üzerine bir 16 sene daha ekleyebilecek miyiz?

Şaka bir yana bu tatilimizin çok güzel geçeceğini ve çok eğleneceğimizi hissediyorum. Harry Potter hayranı iki kafadar, tam yılbaşı öncesi, bir ortaçağ şehrinde. Tadından yenmez. İnşallah Hogwarts Prag şubesi ayaklarına kadar gelen bu fırsatı tepmez.

Tek korkum aç kalmak. İyi hazırlandık, program yaptık ama restoranları belirleyemedik. Bakalım nerede ne yiyeceğiz.

Bir de soğuktan korkuyorum. Şu anda Prag'da ortalama sıcaklık gündüz 3-6 derece; geceleri -3 -2 derece arası değişiyormuş. Ama kar yok. Madem o kadar soğuğu çekecez bari kar olaydı.

Bir başka korkum da para bozdurma konusu. İnternette Prag'la ilgili ne kadar yazı okuduysam hepsinde aynı uyarı "Aman dikkat para bozdururken kazıklanmayın". Duyan da milyonlarca euro bozdurup binlerce euro zarar edeceğim sanır.

Ay alt tarafı 4 günlük tatile gidiyorum ne korkular, ne korkular. Hepsiyle yüzleşeceğim. Elbette gezi programımızı dönüşte en ince detayına kadar, tecrübelerimle paylaşacağım, hiç endişeniz olmasın.

Cumartesi sabah yola çıkacağız ama size şimdiden benden ses çıkmadığı için endişelenmeyin diye haber etmek istedim.


9 Aralık 2015 Çarşamba

Yeni Emojilerim Geldi Hanıııııım

Teee aylar önceydi, sizi avatarımla kısaca tanıştırmıştım. Sonra uzun uzun yazarım demiştim. Heh işte sonra oldu.

Tatatataaaaam işte benim avatarım:


Bu avatar zımbırtısı Bitmoji diye bir uygulamanın eseri. Telefonunuza yükledikten sonra saç rengi, göz rengi, ten rengi, boy, kilo gibi bir takım fiziksel bilgilerinizi seçerek kendi avatarınızı oluşturuyorsunuz. Giyim tarzınızı bile seçebiliyorsunuz.

Ondan sonra oluşturduğunuz avatarınızı ister orada burada profil fotosu yapın, ister emoji niyetine kullanın. Standart emojiler size yetmiyorsa, azıcık eğlenmek istiyorsanız tam size göre bir uygulama.

Üstelik emojiler de sık sık yenileniyor. Neredeyse her hafta güncellemesi var; yeni yıl, Star Wars falan gibi günün popüler konularına uygun konseptlere de uyum sağlıyor.

Teknolojiyi ne kadar sevsem de pek öyle yeni uygulamaların peşinde koşan biri değilimdir, bundan nasıl haberim oldu derseniz tabii ki de genel kültürümün %90'ını borçlu olduğum Hürriyet gazetesi pazar eki derim. Bir hafta sonu okudum ki, bir emoji uygulaması varmış da, emojileri kişiselleştiriyormuş da, kendi fotolarınızdan çeşit çeşit emojiler üretiyormuş, falan filan. Victoria Beckham falan onu kullanıyormuş.

"Benim Victoria'dan ne eksiğim var ayol" dedim, hemen girdim Google Play'e. Bitmoji'yi buldum. Buldum bulmasına da ya bu Bitmoji'nin şu foto yükleme özelliğini bulamadım ya da foto yüklenen o uygulama Bitmoji değildi. Bilemedim şimdi.

Eğer siz şu foto yüklemeli emoji şeysini bulursanız bana da haber verin bari.

7 Aralık 2015 Pazartesi

Nerede bu e-devlet?

Bu ülkede kadın olmanın zorluğunu bir de benim anlatmama gerek var mı bilmiyorum ama içimi dökeceğim.

Bir namus cinayetine, tecavüze, şiddete, toplumsal hayatta ayrımcılığa maruz kalmayacak kadar şanslı olsanız bile menüde sizin için uygun bir şeyler muhakkak vardır.

Hasbel kader, insani şartlar altında yaşamınızı sürdürüyor olsanız, bu sefer devletimiz bürokrasinin çarklarıyla sizin de hakkınızdan gelecektir. Hiç endişe etmeyiniz.

Mesela bendenize rahat battı, emektar küheylanımla yollarımızı ayırmaya karar verdim. Alıcı da var, tüm koşullarda anlaştık, resmi satış işini gerçekleştireceğiz. Ama dur bakalım, ben kimim ki kadın başıma böyle işlere kalkışıyorum.

Bir kere evlenmişim, soyadımın yanına bir soyad daha eklemişim. Öncelikle bunu arabamın ruhsatında dünya aleme ilan etmem gerekirmiş.

Bizim TC kimlik numarası diye bir şeyimiz yok mu? Nerede bu e-devlet? Bilmem nerede ama buralarda değil.

2 gün uğraşarak e-randevu sisteminden randevu almayı başardım. Ama bir gün daha alamasaydım en yakın Trafik Tescil Şube Müdürlüğü'nün önünde üstüme benzin döküp kendimi yakacaktım, değiştirin şu ruhsatı artık diye.

Bilmeyenler için söyleyeyim e-randevu sisteminde yapacağınız işlemi seçerek randevu aldığınız zaman size gerekli evraklar listesi çıkartıyor. Ben de bu listeye göre evraklarımı hazırladım ve sabahın köründe TTŞM'nin önüne dikildim.

O saatte TTŞM bildiğin kadınlar matinesi, devletimiz evlenen ya da boşanan kadınların sırtından iyi para kazanıyor.

Elimde randevu kağıdım, gereken evraklar gişenin önüne gittim, görevli memur "Ek-1 formu lazım" dedi. "Listede yoktu neden lazımmış" diye sordum ve alabileceğim en mantıklı yanıtı aldım "Lazım işte"

Bir ya sabır çekerek gittim bu işleri yapan bir muameleciye. Ben yüksek lisans yapmış, form doldurma konusunda profesörlük unvanına sahip, ultra dikkatli bir vatandaş olsam da devletimiz Ek-1 zımbırtısını doldurabilecek yeterlilikte olduğuma inanmıyor ve formu bana doldurtmuyor. Bir ilkokul mezununun bu işi benden daha iyi yapacağına inanıyor.

Güler misin, ağlar mısın. Malum şahsın formu yanlışlarla doldurmasına, benim bunları bir bir tespit edip adama baştan doğru form doldurtmama ve adamın bu hizmeti karşılığı benden ücret almasına ise hiç girmiyorum.

Hele benim önümde form doldurtan kadının "Benim arabam dizel, neden buraya benzinli yazdınız?" sorusuna verdiği "1.2 motor olunca ben benzinlidir diye düşünmüştüm" cevabını duymazdan gelmeyi tercih ettim. 

Güç bela formumu aldım, tekrar başvurumu yapmaya gittim. Evraklarımı aldılar ve bana 2 gün sonra gelmemi söylediler. Neden? Taş çatlasın 20 tane veri girilecek ruhsatı hazırlamaları yoğunluktan dolayı iki gün sürüyormuş. Bana yoğunluktan bahsedilirken arkada 10 tane memur bir gün önceki maçın kritiği, internette sörf, çay içme gibi işlerle gerçekten çok meşguldü ama. Hak vermemek elde değil.

Gerçek çalışma hayatının nasıl bir şey olduğunu anlamaları için tüm devlet memurlarının 6 ay boyunca özel şirketlerde zorunlu staja tabi tutulmasını talep ediyorum.

Nihayet ruhsatımı aldım. Benim medeni halim satış işlemini yapacak noteri ya da alıcıyı neden bu kadar ilgilendiriyor hala bilemiyorum.

6 Aralık 2015 Pazar

Bir Barselona Üç Kitap

Mayıs ayında yaptığım Barselona seyahati için kitap araştırmasında YİNE nefsime hakim olamayıp George Orwell'in Katalonya'ya Selam kitabına ek olarak Carlos Ruiz Zafon'un Rüzgarın Gölgesi, Meleğin Oyunu ve Cennet Mahkumu serisini almıştım. Kitap konusunda nefsime hakim olamadığımı bilmeyen kaldıysa öğrensin, ben bir kitap-oburum.

Kitapları okumak 6 ay sonrasına nasip oldu olmasına da geç olması hiç olmamasından iyidir.

Seri desem de kitaplarda geçen olaylar birbiriyle bağlı değil, her biri bağımsız. Ancak farklı zaman dilimlerinde Barselona'da geçen her üç kitapta ortak karakterler ve mekanlarla hikayeler birbirine bağlanıyor.

Mesela Sempere ve Oğulları, Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı, Sempere ailesi, Fermin Romero de Torres her üç kitapta da karşımıza çıkıyor.

Barselona ise her üç kitapta da gotik, karanlık, tekinsiz, ürkütücü.

Rüzgarın Gölgesi, 1945 yılında Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı'ndan Julian Carax'ın bir kitabını seçen Daniel Sempere'nin (ya da belki kitap Daniel Sempere'yi seçmiştir) Julian Carax' ın başına gelenleri ortaya çıkartmak için giriştiği maceralara tanık oluyoruz. Gerilim son sayfaya kadar devam ediyor.

Meleğin Oyunu'nda ise hikayesi 1920'lerde başlayan bir başka kitabın peşine düşüyoruz. Yazar David Martin şehrin ileri gelenlerinden Paul Vidal'ın kanatları altında yaşamını sürdürürken Vidal'in sekreteri Christina' ya aşık olur.  Lakin Chrisitna Vidal'le evlenir. Bunun üzerine Martin, esrarengiz yayıncı Andreas Corelli için yazmayı kabul eder ve yeni bir din için bir kutsal kitap yazmaya başlar. Corelli kimdir? Kitap yazılabilecek midir? Heyecanla okuyacaksınız.

Cennet Mahkumu'nda ise, Rüzgarın Gölgesi'nin bittiği yerden başlayarak geri dönüşlerle 1940'lara uzanan bambaşka bir hikayeye tanıklık edeceksiniz. Bu sefer başrolde bir kitap değil, bir hapishane ve mahkumlar var. Kitap öyle bir yerde bitiyor ki, seriye bir dördüncünü eklenmesini heyecanla bekleyeceksiniz.

Her ne kadar ben kitapları gerilim dolu hikayeler diye özetlesem de çok daha fazlası var. Mesela edebiyat - güç ilişkisi, mesela seçkinciliğin bir ülkenin siyaset, kültür ve edebiyatını nasıl etkilediği, mesela İspanya İç Savaşı ve Franco dönemi ve çok daha fazlası. Benim yorumlarıma kanarak kitapları sadece iyi gerilim romanları kategorisine koymayınız.

Carlos Ruiz Zafon, Cervantes'ten sonra dünyada en çok satan İspanyol yazarmış. Siz de benim gibi bugüne kadar kendisinden bihaberdiyseniz geç kalmış sayılmazsınız. İyi okumalar.

2 Aralık 2015 Çarşamba

İş Sağlığı ve Güvenliği

Sağlık ve güvenlik önemli. Hele iş yerlerinde artık daha da önemli çünküüüüü yasası çıkmış, devlet bir takım düzenlemeler getirmiş, neler olmuş neler.

Bu düzenlemelerden biri de çalışanların iş güvenliği ve sağlığı eğitimi almasıymış. Ben de aldım.

Sondan söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: acil bir durumda kimse bana güvenmesin. Herkes başının çaresine baksın. Hayatta kalma şansınızın artmasını istiyorsanız ben ne yapıyorsam tersini yapın, nereye gidiyorsam aksi yöne gidin. Yok illa da peşime takılacaksanız benden günah gitti.

İnsan bu kadar mı bir şey bilmez! Anladım ki ben acil durum anında kriz yöneten değil kriz yaratan olabilirim ancak.

Ama hep dediğim gibi bu hayatta neyi bildiğin değil, kimi tanıdığın önemli. Ben de bu eğitimde bütün acil çıkışların, yangın alarmlarının, acil toplanma noktalarının yerini, hangi yangına nasıl müdahale edilmesi gerektiğini ve hatta ilk yardım yapmasını bilen kişiyle tanıştım. Kendisine de ilan ettim:" acil durum anında kim ne yaparsa yapsın umrumda değil, ben seni bulup peşine takılıyorum dostum!" Kabul etti, artık kafam rahat.

Lakin iki çift lafımı da etmeden duramayacağım: tamam ben elektrik kontağından çıkan yangına köpükle müdahale edilmemesi gerektiğini bilmiyor olabilirim ama her tarafta pc, fotokopi makinesi, otomat gibi elektrikle çalışan alet edevatın bulunduğu ofis ortamına köpüklü yangın söndürücü koyanın hiç mi suçu yok.

Bitmedi. Bir de söz konusu yasanın çalışan katılımı diye bi şeysi varmış. Eğitmen buna şöyle bir örnek verdi: bir kuruma hangi ofis sandalyesinin alınacağı çalışanlara sorulmuş. Bu da iyi bir şeymiş.

Hiç de bile değil! Ben böyle katılmak istemiyorum. Benim çalıştığım kurum bana sorsa ofise hangi sandalyeyi alalım diye, bu yaştan sonra bir de tıp fakültesi bitiremeyeceğime göre gider rengi en cafcaflı olanı seçerim. E benim omurgam, sırtım ne olacak o zaman.

Her şeye katılmak o kadar da iyi bir şey değildir. Ya da bu katılım olayını bizim eğitmen tamamen yanlış anlamış.

Sonuç olarak acil durum anında bana güvenen olursa benden günah gitti.

Dağılabilirsiniz.