28 Mart 2017 Salı

Berlin'de Yeme İçme II

Berlin'de sadece kafelere gidip kahve mi içtik? Tabii ki hayır. Devamı aşağıda:

Hard Rock Cafe: Bu yaşına gelip de hayatında ilk defa bir Hard Rock Cafe'ye gitmiş birisini kınamak isteyenler dağılabilirsiniz, kalanlar okumaya devam etsin. Evet, ilk defa gittim. Önyargı diyin, çok bilmişlik diyin, ukela diyin ne derseniz diyin. Hard Rock Cafe'ler bende Mc Donald's'ın bir üst versiyonu izlenimi uyandırıyor. Du.

Bugüne kadar ziyaret ettiğim hiç bir şehirde kapısından içeri girmemiştim. Biraz bilmişlikten, biraz da gittiğim yerlerde kısıtlı zamanımı her yerde bulunan bir zincirde harcamak istememden. Bu sefer de yine gitmezdim ama ne demiştik: ben bilmem beyim bilir. Hep bana hep bana olmuyor.

Fedakar eş olarak teknik müzeye gitmişim, Türk kahvaltıcısına gitmişim, Hard Rock Cafe bana vız gelirdi! Hem bira da vardı! Güzel güzel yedik içtik, böyle fedakarlığa can kurban. Çalışanlar çok şeker, yemekler lezizdi. Hem de tavuk sevmeyen beyime bir tabak tavuk kanadını hüplettirecek kadar güzeldi. Daha ne olsun. Adres: Kurfürstendamm 224.

The Pub: Otelimizin neredeyse dibindeki The Pub, kesin bir gitmezseniz küserim kategorisi. Burayı o kadar sevdik ki, bir değil iki akşam gittik.

Bir kere tam bir mühendislik harikası. Üstünden tren yolu geçiyor, içeride tren sesinden eser yok. Öyle bir ses izolasyonu. Elbette bu detayı fark eden ben değildim, beyim sağ olsun.

Yemek olarak çeşit çeşit burgerler var. Test ettik onayladık, pek güzeller. Ayrıca porsiyonlar çok büyük. Her bir burger yanında bol patates (tatlı patates ya da normal patates) ve bol salata servis ediliyor.

Benim asıl hayranlığım masalardaki bira musluklarına oldu. Her masada 4 adet musluk, ve siparişlerle hesapların yönetildiği bir ekran var. Masaya oturup kendinize 1 ile 10 arasında bir hesap açıp, tüm siparişlerinizi ekrandan veriyorsunuz. Sonra da gelmesini bekliyorsunuz. Servis de oldukça hızlı. Biranızı da önce ekranda hesap numaranızı seçip, önünüzdeki musluktan dolduruyorsunuz.

Tabii ki sistemin gerçekten çalışıp çalışmadığını test etmek için elimden geleni ardıma koymadım. Bardağın dibine azıcık bira koy, bakalım ölçüyor mu? Ölçüyor. Bardağı ağzına kadar doldur, ölçüyor mu? Ölçüyor. Musluğu aç, bardağı koyma, ölçüyor mu? Ölçüyor. Adamlar 20 küsur masadaki 4 ayrı musluktan geçen biranın her bir santimetre küpünü otomatik ölçüp hesaba ekliyor. İşte Alman mühendisliği, işte Alman hesabı!

Sistemin tek kötü yanı, birayı içmek için garson gözlemeye, sipariş beklemeye gerek olmadığından ipin ucunun azıcık kaçabilmesi. İşte adres: Rochstrasse 14.



Al Contadino Sotto Le Stelle: Gitmezseniz küserim, küsmekle kalmam, daha da yüzünüze bakmam kategorisi. İtalyan makarna ve pizza ve şaraplarına zaafımdan dolayı abarttığımı düşünüyorsanız teessüf ederim.

Aslında niyetimiz buraya yakın bir şarap barına gitmekken yer bulamadığımızdan ötürü tesadüfen bulduk bu restoranı, böyle bir ara sokakta. Oh iyi ki de yer bulamamışız. Yoksa o enfes trüflü makarnayı o nefis chianti şarabını kaçıracaktım. Gerçi Muret la Barba da aklımda kalmadı değil.

Uyarayım, pahallı bir restoran. Çok uzun zamandır, bir akşam yemeğine o kadar ödeme yapmamıştık. Ama değdi mi? Evet. Bir daha olsa yine giderim; bilerek, isteyerek, severek. Adresi de şuraya yazayım: Auguststrasse 36.

Ay bir de sonradan, buranın Brad Pitt ve Angelina Jolie'nin Berlin'deki favori restoranlarından olduğunu öğrenmeyeyim mi. Doğru mu yanlış mı bilemem, internetin yalancısıyım. Ama bana sorsan Angelina'dan bir eksiğim yok yani.

Monsieur Vuong: Berlin'de Asya restoranları, özellikle Vietnam mutfağı pek popülermiş. Neden bilmiyorum. Ama kusur kalamazdım elbette.

Rezervasyon almayan bu restorana gittiğimizde içerisi tıklım tıklımdı. Galiba kimse kusur kalmak istememiş. Hem kalabalık, hem de içerideki ağır baharat kokusundan çıkmaya niyetlenmiştik ki, barda bize iki kişilik yer gösterilince, madem buraya kadar geldik, denemeden dönmeyelim dedik.

Menüden siparişlerimizi seçtik, siparişlerimizi verdikten sonra duvardaki kara tahtada bir de günün menüsünün olduğunu gördük. Tabii ki Almanca. Zaten kalabalık, sipariş de vermişiz, tıkır tıkır işleyen Alman sistemine çomak sokmayalım dedik. Ama siz giderseniz, kafanızı menüye gömmeden önce sağa sola iyice bakın. Sadece burada değil, gittiğiniz her yerde yapın bunu.

Yemek fena değildi ama asıl içkilerimiz pek güzeldi. Beyim adı ejderhalı falan bir şey sipariş etti, acılı bir kokteyl. Benimkinin adını hatırlamıyorum, ama o da böyle tatlılı ekşili bir şeydi. Çok beğendim. Lıkır lıkır içtim. İçindeki alkolün hiç de az olmadığını, tek nefeste pipetten ne kadar hüpletebilirim deneyini yaptıktan sonra fark ettim ama olsun. Adresi de vereyim tam olsun: Alte Schönhauser Strasse 46.


Dolores: Rosa-Luxemburg Strasse 7 numaradaki Meksika dürümcüsü. Çeşit çeşit burritorlar, tacolar, quesadillalarla hızlı, uygun fiyatlı bir fast food restoranı. Fast food falan diyince kötü olduğunu düşünmeyin. Güzel bir öğle yemeğini hesaplı bir şekilde yiyebilirsiniz.

Bir de ev yapımı limonatası güzelmiş ama biz denemedik. Aklınızda bulunsun.

Barce Lona: Adından da anlaşılacağı gibi bir tapas restoranı. Checkpoint Charlie'ye çok yakın. Adres Friedrichstrasse 211.

İnternette iyi yorumlar olsa da ben o kadar iyi bulmadım. Kötü de değil. Ortalama işte. O civarda ve açsanız, bir kaç çeşit tapas, ve bira ile bir öğün yapabilirsiniz. Ama servis çok yavaş, ya da bize öylesi denk geldi.

Alt Berliner Wirtshaus: Berline'e gittik, Vietnam'ından İtalyan'ına o kadar değişik restoran denedik, bir Alman restoranına gitmeseydik ayıp olurdu. Bunun için tam anlamıyla geleneksel bir restoran seçmişiz. O kadar geleneksel ki garson ablalar ingilizce bilmiyordu. Biz de Almanca bilmediğimiz için sipariş konusunda birazcık zorlandık ama sonunda anlaştık.

Dekorasyonu sevimli ve orijinal. Yemekler de güzeldi ama bir İtalyan değil tabi. Yani ben Alman mutfağının hayranı olmasam da beğendim. Berlin'de klasik bir Alman restoranına gidelim derseniz işte adres: Wilhelmstrasse 77.

27 Mart 2017 Pazartesi

Berlin'de Yeme İçme I

Berlin hakkında atıp tutmalaraulaşım ve konaklamagezip tozmadan sonra yeme içmeyle devam.

Ben tatile tatil demem içinde yeme içme yoksa. Yeme içme kapasitesi konusunda oldukça iddialı olsam da, 3 ana öğüne ek olarak bir sürü ara öğün yapsam da, yemelere içmelere yetişemiyorum. Her tatil gidişinde elimdeki uzuuuuun kafe / restoran listesini boynu bükük bırakıyorum. Çok üzülüyorum. Allah başka dert vermesin.

Cafe Anna Blume: Kahvaltı için gittik, resmen pavyonlardaki yanar döner tabaklara benzer bir şey geldi. İşte şöyle:

Görüntü çok havalı olsa da lezzet için aynısını söylemek güç. Belki bizim seçimimiz yanlıştı bilemiyorum ama yediklerimiz ödediğimiz hesabı hak etmiyordu kanımca. Bu gördüğünüz menüde Cafe Anne Blume kahvaltısı diye geçen, iki kişilik tabak. Eğer giderseniz bunu ısmarlamayın.

Hatta gitmeseniz de olur. O yüzden adresi yazmayacağım. Ben böyle diyorum ama kapısında kuyruk olan, çok rağbet gören bir yer. İlla gidecem derseniz internette adresi bulursunuz artık.

Factory Girl: Yürümekten yorulduğumuz bir akşam üzeri önünden geçerken görüp, "birer kahve içelim bari, hem de bir soluklanırız" diye girdiğimiz bu kafe aslında kahvaltısıyla meşhurmuş. Bilemedik. Ama içtiğimiz kahveden ve yediğimiz elmalı tarttan gayet memnun kaldık.

Artık siz gidip de kahvaltıyı denerseniz yorumlarınız yazarsanız, ben o konuda atıp tutamayacağım. Foto da yok maalesef, çekmemişim. Ama adres var: Auguststrasse 29.

Westberlin: Checkpoint Charlie'nin yakınında yer alan bu kafede de kahve molalarımızdan birini verip bir dilim de mozaik pasta götürdük. Mozaik konusunda özel ilgim olmasa kahvenin yanında ne yiyeceğim diye deriiiin düşüncelere dalabilirdim, zira seçenek çok. Ayrıca öğle yemeği için çeşitli salata gibi seçenekler de varmış. Denemedik ama menüde gördük.

Foto yine yok ama şu adresi not edin: Friedrichstrasse 215. Bu kadar turistik bir bölgede gidilebilecek iyi bir seçeneği kaçırmak istemezsiniz. Self servis olduğunu da söyleyeyim.

Father Carpenter: İşte tam bir gitmezseniz küserim kategorisi. Önce adresi vereyim: Münzstrasse 21. Bu adrese geldiğinizde bir avluya uzanan kapı göreceksiniz, içeri doğru yürüyün. Çeşitli ofislerin çevrelediği avlunun sol tarafında paket servis dükkanı, sağ tarafında ise oturmalı kafe bulunuyor.

Kahvaltı için gittik, ben avokadolu tost yedim, beyim de ekmek üstü yumurta. Pek memnun kaldık. Üstüne bir de kahvelerimizi içtik, ondan da memnun kaldık.

Çalışanlardan da memnun kaldık, içtiğimiz suyu bile beğendik diye abartıcam nerdeyse. Demiş miydim, gitmezseniz küserim.



Zeit für Brot: İşte bir tane daha gitmezseniz küserim kategorisi. Mis gibi ekmek kokan bir fırın. Fırın diyorum ama içeride oturacak masaları da var. Camekanla ayrılmış mutfağı da oturduğunuz yerden izleyebiliyorsunuz.

Çeşit çeşit sandviçler, hamur işleri, mis kokular. Bir daha söylüyorum, bir kahvaltıya gitmezseniz küserim. Özellikle ünlü tarçınlı roll'u denemezseniz çok üzülürsünüz. Çalışanlar da çok sempatik. Uzun bir sıra olmasına rağmen tezgahta gösterdiğim tüm ürünlerin içinde ne olduğunu sıkılmadan, güler yüzle tek tek saydılar.

Adres: Alte Schönhauser Strasse 4.


Godshot: Yine yürümekten ve gördüklerimizden yorulmuş bir şekilde bir mola vermek için girdiğimiz bu kafe meğerse Berlin'in en iyi kahvecileri arasındaymış. Zaten god shot da mükemmel espresso shot'ı anlamına gelirmiş. Her gün öğrenecek ne çok şey var!

Immanuelkirchstrasse 32 numarada yer alan Godshot'ta kahvemizi beğendik, brownie'mize bayıldık. Kahveleri çok özenli hazırlıyorlar. Kasada, vatan özlemi çekenler için bi Biskrem var:



Barcomi's Deli: Yine bir gitmezseniz küserim kategorisi. Önce adres: Sophienstrasse 21.

Kahvaltı için gittiğimizde o kadar acıkmışız ki, verdiğimiz siparişlere bakan garson bunların hepsi fazla gelmeyecek mi demek zorunda hissetti kendini. "Hanıııım hanııım ne demeye rencide ediyorsun insanı" diyemedim. Aç karnına o kadar ingilizce lafı bir araya getiremedim, ben getirsem de garsonun o kadar İngilizcesi yoktu, bir de yemeğimi getirecek garsonla asla polemiğe girmemeyi öğrendim.

Sadece kahvaltı değil, öğle yemeği için de geniş bir menüsü var. Yine bir avlunun içine gizlenmiş bir cennet. Verdiğim adrese geldiğinizde, doğruca avludan içeri yürüyün, ilk avluyu geçip ikincisine geldiğinizde sol tarafta göreceksiniz.

Bu arada avluyu çevreleyen binalardaki deliklerin kurşun izleri olduğuna eminim. Beyim pek ikna olmasa da daha mantıklı bir açıklama bulamadığından itiraz edemedi. Benim kurşun delikleri teorim eşliğinde lezzetli ve de doyurucu bir kahvaltı yaptık.

Le Femme: Beyim sağ olsun, Berlin'de Fransız isimli bir Türk kahvaltıcısına gittik. Bana kalsa İstanbul'dan geleli iki gün olmuşken koşa koşa simit, çay, peynir falan diye buraya gelmezdim ama işte karşılıklı saygı, isteklerine önem vermek, gönül yapmak, falan filan bilindik şeyler.

Kötü değildi ama gitmesek de olurdu. Olur da Berlin'e gitmişken vatan hasreti çeker, ille de Türk işi kahvaltı yapıcam derseniz seçeneğiniz bol muhakkak, bunu da bir kenara not edin, ben de sevap işlemiş olurum. Adres: Rezidenzstrasse 128.

19 Mart 2017 Pazar

Berlin Gezi Programı III

Berlin, Nazi yönetimi ve soykırım temalı müzeler ile Sachsenhausen Toplama Kampı gibi manevi olarak insanı yoran yerlerden ibaret değil elbet. Görecek başka şeyler de var. Daha keyifli ziyaretler. Biraz da bunlara bakalım.

Parlamento Binası (Reichstag): TBMM'nin Alman versiyonu. Bildiğin meclis binası ama bildiğin gibi değil. Bir kubbesi var, "bebeğim mühendislik dediğin budur" demek için inşa edilmiş.

Berlin'i tepeden 360 derece açıyla izleyebildiğiniz kubbeye çıkmak için önceden kayıt yapmanızı öneririm. Kapıda sıra bekleyip, uygunluk durumuna göre de ziyaret mümkün olabiliyormuş ama şuradan çok kolaylıkla randevu alabiliyorken boşuna risk almayın derim.

Türkçe dil seçeneği de olan audio guide ile kubbeye tırmanırken ve de inerken, meclis binasının yanı sıra Berlin'in simge binaları hakkında da bilgi alabilirsiniz.

Kubbe turunuzu tamamladıktan sonra, aşağıdaki resim galerisi ile de meclis binası ve Almanya yakın tarihine bir bakış atabilirsiniz.

resimdeki saklı beni bulabilecek misiniz bakalım
Brandenburg Kapısı: Meclis binasına giderken ya da dönerken büyük ihtimalle altından ya da yanından geçeceğiniz Berlin'in sembollerinden biri. Berlin'in ayakta kalan tek kapısı olma özelliğinin yanı sıra üzerinde bulunan dört atlı araba heykeli zamanında Napolyon ile Prusya arasında git gele de maruz kalmış. Vikipedi'den okursunuz zaten de bu Napolyon'un bulduğu tüm heykelleri Fransa'ya götürme sevdasına da dikkat çekmeden geçemeyeceğim.

Fırsatınız olursa bu kapıyı akşam hava karardıktan sonra görün. Işıklandırması sayesinde çok güzel fotoğraflar veriyor. Yine de benim gibi daha değişik fotoların peşinde olabilirsiniz:


East Side Gallery: Çeşitli ressamların eserlerinin yer aldığı, Berlin Duvarı'nın ayakta kalan 1,3 km'lik parçası boyunca yürüyerek resimleri görebilirsiniz. Resimlerin büyük kısmının üstü çeşitli sloganlar, ilan-ı aşk metinleri, imzalar, yazılarla "zenginleştirilmiş". İnsanlar bir şeye sadece bakarak keyif alamıyorlar sanırım.

Vakti zamanında Berlin'i ortasından bölen bir karış genişliğindeki bu "Utanç Duvarı"


bugün bir özgürlük anıtı oluvermiş


Havanın yağışlı olmadığı bir günde güzel bir yürüyüşle resimleri görebilirsiniz. Temizlenip restore edilmiş resimleri tel örgü barikatlarının ardından izlerken henüz temizlenmemişlerin dibine kadar girip her türlü foto çekimi gerçekleştirebilirsiniz. Tabii diğer ziyaretçilerden fırsat buldukça.

Checkpoint Charlie ve Mauermuseum: Berlin'deki üç doğu-batı geçiş noktasından biri olan Çarli Kontrol Noktası sadece diplomatlar, yabancılar ve üst düzey devlet görevlileri tarafından kullanılabiliyormuş. Bizim neyimiz eksik diyerek gittik gördük, bir adım attık doğuya geçtik, bir adım attık batıya geçtik. Sizin de eksiğiniz yoksa siz de gidin, geçi geçiverin. Hatta fazla paranız varsa pasaportunuza damga vurdurup, temsili askerlerle resim bile çektirebilirsiniz.

Kontrol noktasının yakınında yer alan Duvar Müzesi Mauermuseum'da Berlin Duvarı'yla ilgili her şey sergileniyor. Ama ben size aşağıdaki tabeladan başka bir fotoğraf sunamayacağım:


Neden? Bu müzenin giriş ücretinin Berlin'de gezdiğimiz tüm müzeler içinde en pahallısı olması yetmiyormuş gibi fotoğraf çekimi ayrı ücrete tabiydi. Tabii ki de cimriliğimiz tuttu, protesto ettik ve fotoğraf çekim bileti almadık. Elin Almanya'larında da gizli gizli fotoğraf çekmeye cesaret edemedik. O yüzden foto yok.

Müzenin içinde en ilginç bulduğum bölüm Doğu Berlin'den Batı Berlin'e kaçma teşebbüsleriydi. Bavulların içinde, arabaların bagajlarında, pazar arabalarında saklanarak kaçma girişimlerinin yanı sıra tünel kazarak kaçanlar da olmuş.

Ama benim en ilginç bulduğum balon yaparak kaçan aile oldu. Balonu yapan kişi, mühendis ya da fizikçi falan değilmiş, iş yerinden çaldığı muşamba parçalarını eşine diktirerek, evde kendi çabalarıyla aerodinamik öğrenip balon yapan biriymiş.

Teknik Müze: Mühendis beyimin özel talebiyle programa aldığımız bu müze bana hiç hitap etmedi. Ayrıca da tüm seyahatimiz boyunca denk geldiğimiz en kaba Almanlar bu müzenin bilet gişesindeki görevlilerdi.

Teknik müzede öğrendiğim en önemli şey: Almanlar tren yapmış. Almanlar çok tren yapmış. Almanlar yıllar boyu tren yapmış. Almanlar tren yapmaya tarih öncesinde başlamış olabilir.

Valla bana sorsalar Almanlar araba yapar derdim, teknik müzede araba görmeyi beklerdim. Trenler sürpriz oldu.

Bir de bavullar vardı. Teknik müzede bavul imalatı neden yer almış hiç anlamadım. Eğer James Bond'un alengirli oyuncaklarından biri değilse, bir bavulu teknik bir müzenin içinde hayal edemiyorum.

Mühendislik konularına özel ilginiz yoksa bu müzeye gitmenize gerek de yok. Hele de Berlin'de yapılacak o kadar farklı şey varken. Mühendislik şeylerine ilginiz varsa bile gidip gitmemeyi bir düşünün. Beyim bile o kadar beğenmedi.

DDR Müzesi: Alman Demokratik Cumhuriyeti'ndeki günlük yaşamın en ince detaylarına kadar gösterildiği bu müze gezmekten en keyif aldığım bölüm oldu. Sadece günlük yaşam değil dönemin politik havası, eğitim sistemi, sanayisi, bilimi, sanatı aklınıza gelen her şey yer alıyor.

Sunulan her şeyin interaktif olması sayesinde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile. Dilerseniz bir Trabi'yi sürebilir, ADC'de üretilen bilgisayar oyunlarını oynayabilir ya da kulaklıkları takarak müzik eşliğinde Lipsi dansını yapabilirsiniz.

ADC'de yaşayan bir ailenin dönemin aslına uygun dekore edilmiş evine gitmek için binilen asansör simülasyonunda heyecanlı anlar bile var.

En eğlenceli bulduğum kısım ise dönemin kıyafetlerini üstünüzde görebileceğiniz uygulama oldu: evet bizimlasın!


14 Mart 2017 Salı

Berlin Gezi Programı II

2. Dünya Savaşı ve soykırım temalı programımız Berlin yakınlarındaki Sachsenhausen Toplama Kampı ile devam ediyor.

Berlin'de ulaşım bölümünde bahsettiğim gibi ABC zone kapsayan ulaşım biletiniz varsa Berlin merkezden Sachsenhausen Kampı'na ulaşmak çok kolay. RE 5 ya da RB 12 trenleri ile Oranienburg'a gidip, istasyondan 15-20 dakikalık yürüyüş ile kampa varabilirsiniz. Zaten Google haritaları kullanıyorsanız bir de yurt dışı internet paketiniz varsa, hele de toplu ulaşım cenneti Avrupa'daysanız bir yerden bir yere gitmekten kolayı yok.

Yapacağınız aktarma ve tren saatlerine göre Berlin merkezden kampa ulaşmanız yürüyüş süresi de dahil 1 saatle 2 saat arasında değişecektir.

1936 ve 1945 yılları arasında toplama kampı olarak hizmet veren Sachsenhausen'in bir özelliği de Himmler'in Alman Polisinin başına geldikten sonra inşa edilen ilk kamp olması. Bir başka özelliği de kampın mimari açıdan daha sonra inşa edilecek kamplara örnek olacak şekilde dizayn edilmiş olması.

İnşa edildiği yıllarda mahkumlar için yaklaşık 50 barakanın yer aldığı kampta bugün barakalardan örnek olması için restore edilmiş bir iki tane dışında ayakta olan yok. Aşağıdaki fotoda gördüğünüz gibi, barakaların yerleri zeminde işaretlenmiş.



Fotoğrafta kadraja sadece bir kısmı sığabilen kamp, oldukça büyük bir alanda kurulmuş. İnşa edildiği 1936 yılından, savaşın bittiği 1945 yılına kadar 200.000'den fazla kişinin hapsedildiği kampta, ilk yıllarda Nazi rejiminin siyasi muhalifleri mahkum edilmişken ilerleyen yıllarda bu mahkumlara ırkı, cinsel tercihi ya da engelli olması nedeniyle artan sayıda mahkum eklenmiş.

1939 yılından sonra ise, işgal edilen ülkelerden gelen mahkumlar da bu kampta hapsedilmiş.

Ayrıca yaklaşık 12.000 Sovyet savaş esiri de, bu kampa nakledilerek burada infaz edilmiş. Kamp içerisinde, bu infazlar için esirlerin sağlık kontrolü bahanesiyle bir odanın duvarına dizilip, duvarın arkasındaki askerler tarafından ateşlenen silahlarla infaz edildiği bir düzenek geliştirilmiş. Bu infazlar sırasında ise silah seslerinin duyularak herhangi bir karışıklık çıkmasını önlemek için yüksek sesle marş ve müzik yayını yapılırmış.

Alman ordusu için üretilen ayakkabılar bu kamptaki mahkumlar tarafından test edilirmiş. Kum, beton, toprak gibi değişik bölümlerden oluşan bir parkurda mahkumlar, sırtlarında ağırlık ile günde 30-40 km koşturulurmuş. Naziler için bu kadar işkence yeterli olmasa gerek ki, bu testler esnasında mahkumlara özellikle küçük ayakkabı giydirilirmiş. Bir de kamp yönetimi bu testler nedeniyle ayakkabı üreten firmalardan mahkumların yıpranma payı adı altında ödeme alırmış.

Ayrıca Nazilerin, sahte dolar ve pound basarak İngiliz ve Amerikan ekonomilerini çökertme planları da bu kampta hayata geçirilmiş. Kalpazanlık konusunda yetenekli mahkumları bu kampta gizlice, sahte dolar ve pound üretmek için çalıştırmışlar. Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz 2007 yapımı Kalpazanlar (The Counterfeiters) isimli filmi izleyebilirsiniz.

Savaşın kaybedildiğinin anlaşıldığı 1945 yılında, faaliyetlerinin ortaya çıkmasından korkan Nazi'ler tarafından boşlatılan kampta yürüyemeyecek kadar hasta yaklaşık 3.000 mahkum arkada bırakılarak kamp boşaltılmış ve binlerce mahkum bu ölüm yürüyüşünde hayatını kaybetmiş ya da Naziler tarafından öldürülmüş.

Savaşın sona erdiği 1945 yılından sonra ise kamp bu sefer Sovyetler tarafından Sovyet Özel Kampı olarak kullanılmış.

Krematoryum ve infaz birimleri dışında kamp, Nazi yönetimindeki fonksiyonlarını sürdürmüş. Bu seferki mahkumlar ise Nazi geçmişi olsun olmasın, Sovyet rejiminin muhalifleri olmuş. Kampın tamamen kapatıldığı 1950 yılında kampta 60.000 mahkum varmış.

1961 yılından itibaren ise, anti-Faşizmin Faşizim'i yenmesi anısına ulusal bir anıta dönüştürülmüş. Aşağıdaki fotoda, iki ağacın arasında uzaktan görülen anıt, Sachsenhausen Toplama Kampı'nda katledilen 18 farklı milletten kurbanların anısına inşa edilmiş.


"Hayat" ve "toplama kampı" kelimeleri aynı cümlede yan yana anlamsız olsa da, mahkumların günlük hayatlarına ilişkin detaylar, yaşam koşulları, kampta uygulanan cezalandırma yöntemleri, infaz bölümleri geniş kamp alanında dağınık olarak sergileniyor. Bu nedenle Sachsenhasen'i ziyaret etmek isterseniz havanın yağışlı olmadığı bir günü seçin.

8 Mart 2017 Çarşamba

Berlin Gezi Programı I

Berlin'e geldik, otelimizi seçtik, ulaşım seçeneklerimizi öğrendik. Hepsi burada.

Gittiğim her yerde mümkün oldukça yürüyerek gezmeyi tercih etsem de Berlin'in büyüklüğü nedeniyle her yere yürüyerek ulaşılamayacağı için ulaşım konusunu değerlendirmenizi öneririm.

Berlin denince bizi aklımıza 2. Dünya Savaşı ve de duvar geldiği için bu seyahati bu temalar etrafında planladık. Ama elbette Berlin bunlardan ibaret değil. Mesela sırf gece hayatı için ayrı bir seyahat planlamak gerekir. Artık kısmet.

Neyse bizim programa dönelim. Birinci kısım 2. Dünya Savaşı ve soykırımla ilgili. Bu kısım pek keyifli değil ama benim kesinlikle görmek istediğim bir kısımdı.

Terör Müzesi (Topography of Terror): Bir zamanlar Gestapo merkez ofisi olarak kullanılmış binada, 1920'lerden 2. Dünya Savaşı'nın bitimine kadar Almanya tarihi çarpıcı resimler ve hikayelerle sergileniyor.

Nasyonel Soyalistler'in iktidara gelişi, giderek güç kazanması, muhalifleri sindirip ortadan kaldırması, Hitler'in tek adamlığa giden yolculuğu, kitleleri nasıl sürüklediği, "Yeni Almanya" söylemleri, savaş boyunca icraatleri detaylı bir şekilde yer alıyor. Nazi Alman tarihini bu kadar detaylı öğrenmek konusunda tek bir şey söylemek istiyorum: cehalet mutluluktur ve inşallah tarih tekerrür değildir.

Holokost Anıtı: Katledilen Avrupalı Yahudiler anısına 19.000 metrekarelik bir alana yayılmış 2.711 adet beton bloktan oluşan anıt, ne olduğunu bilmeseniz bile rahatsız edici.


Bu alanın alt katında yer alan ziyaretçi merkezinde ise 2. Dünya Savaşını ve soykırımı yaşamış Yahudi'lerin günlükler, mektuplar, fotoğraflar, röportajlar gibi kişisel belge ve tanıklıklarına dayanan bir sergi yer alıyor.

Bütün bunları okumak, görmek, dinlemek kolay değil. Olduğuna inanmak ise mümkün değil. Ama inanmamak, inanmak istememek olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Ziyaretçi merkezinde audioguide'da mevcut ama Türkçe seçeneği yok. İngilizce elbette var. Öte yandan sunumların hepsinde okuyabileceğiniz çok detaylı bilgiler yer aldığından audioguide'a hiç ihtiyaç da duymayabilirsiniz.

Yahudi Müzesi: Alman Yahudilerinin 2000 yıllık tarihlerine adanmış bu müzede Yahudi tarihi, gelenek ve görenekleri, günlük yaşam, sanat gibi konularda çok detaylı bir içerik mevcut. Ancak en çarpıcı bölümü elbette soykırıma ayrılmış kısım.

Karanlık ve soğuk Holokost Kulesi ile çığlık atıyor görünümünde yüzlerden oluşan ama ancak üstlerine basıldığında dayanılamayacak bir ses çıkartan metal plakalar. Her ikisinin de hissettirdiği rahatsızlık, korku, endişe gerçekte yaşanmış olanlarla karşılaştırılamayacak olsa bile kelimelerle ifade etmem mümkün değil.


Bu müzelerin tamamını hakkını vererek tüm resimleri inceleyip, bilgileri okuyup, hikayeleri dinleyerek gezmek için her birine en az 3 saat ayırmanızı öneririm. Kesinlikle keyifli bir deneyim olmayacak ama görülmesi gerek.

Bu nedenlerden dolayı bu müzeleri gezmek sizi çok yoracak. Hem fiziken hem zihnen. Ama değer.

6 Mart 2017 Pazartesi

Berlin'de Ulaşım ve Konaklama

Dün Berlin ve Almanya hakkında atıp tutmaya başlamıştım. Bugün de konaklama ve ulaşım hakkında aydınlatacağım sizleri.

Ama önce, dün havaalanı ile ilgili vermeyi unuttuğum bir bilgiyle başlayayım. Biz uçuşlarımızı Tegel Havaalanına yaptık. Oldukça büyük bir havaalanı. Lakin kimse bana duty free bölümünün bir bakkaldan hallice olduğunu söylememişti.

Normalde havaalanlarında pasaport kontrolünden geçtikten sonra çok çeşitli ürün gamının bulunduğu büyük bir alışveriş alanına çıkarsınız, bütün kapılara da buradan ulaşılır. Yani benim bugüne kadar gördüklerim öyleydi. Tegel' de durum farklı. Şöyle ki, bir kaç kapıyı birleştirerek gruplamışlar, uçağınız hangi kapıdansa ona ait pasaport kontrolünden geçip, o kapıların duty free'sinden alışveriş yapabiliyorsunuz.

Aman da duty free'lerde paralarımı saçayım insanı değilimdir, ancak bu sefer yoğun gezi programımıza kendimizi kaptırıp bir magnet dahi alamadığımız için havaalanından alırız niyetiyle gidip de bakkaldan hallice duty free'yle karşılaşınca "leeeeeyyynnn neden kimse söylemediiii" diye söylenip durdum.

İşte ben size söylemiş olayım, Tegel Havaalanına yolunuz düşerse, aman pasaporttan geçeyim de içeride bir şeyler yer içerim, duty free'de gezerim derseniz bilmiş olun. Ne yapacaksanız pasaporttan önce yapın.

Neyse, bu kadar havaalanı muhabbeti yeter. Şehre ulaşıma gelelim. Uçaktan indikten sonra otobüs tabelalarını takip edip durakları bulun. Buradan şehre 3-4 farklı otobüs var. Bizim otelimiz Alexanderplatz' da olduğu için biz buradan geçen TXL hattına bindik. Yolculuk yaklaşık yarım saat sürüyor. Dün de söylediğim gibi otobüste bavulları koyacak özel bölme yok. Bunun dışında oldukça konforlu bir yolculukla şehir merkezine varabilirsiniz.

Bilet fiyatı 2,80. Bileti şoförden alabilirsiniz. Eğer havaalanında bulunan Tourist Information ofisinden Berlin Welcome Card alırsanız bu otobüslerde de geçerli.

Berlin Welcome Card, tüm toplu ulaşım araçlarında (tramvay, metro, otobüs) ücretsiz seyahat etmenizi sağlamasına ek olarak bir çok önemli müzede, çeşitli turlarda, restoranlarda vs. belli oranlarda indirim sağlıyor. 2 - 6 günlük seçenekleri var, ayrıca müzeler adasındaki müzelere giriş biletleriyle kombine edilmiş seçenekleri de mevcut. Kartın geçerli olduğu gün sayısına ek olarak bölgeye göre de fiyatlar değişiyor.

Eğer Tegel Havaalanı' ndan şehre gidiş ve şehir içi ulaşımda kullanmayı planlıyorsanız AB zone seçeneği sizin için yeterli olacaktır. Lakin Schönfeld Havaalanı ya da Potsdam ya da Sachsenhausen Toplama Kampı'nı ziyaret etmeyi düşünüyorsanız ABC zone seçeneğine ihtiyacınız olacaktır.

Değişik seçeneklerin fiyatlarını buradan inceleyip kendinize uygun olanı seçebilirisiniz. Hangi müze/turlarda ne oranda indirim sağladığını sitedeki Partners bölümünden görebilirsiniz.

Otele gelecek olursak, yukarıda da dediğim gibi biz Alexanderplatz'a yakın Alexander Plaza Otel'de konaklamayı tercih ettik. Hem temiz hem de konforlu otelin konumu da çok merkeziydi. Havaalanına ulaşım sağlayan otobüslerin geçtiği durağa 300 m, tren durağına 200 m, tramvay durağına 650 m mesafedeydi.

Bu açıdan konaklamak için çok uygun bir bölge. Ayrıca otelimize yakın Münzstrabe, Sophienstrabe gibi caddelerde çok güzel restoran / kafeler de vardı.

Bence otelin tek dezavantajı civarda su, çikolata, cips gibi atıştırmalıkların alınabileceği bakkal olmaması. Evet bu bakkal olayına fena taktım. Bir market vardı yakında gerçi ama gece daha geç saate kadar açık olan bakkal şart.

Bir de biz Prenzlauer Berg'ü yeme içme açısından daha zengin bulduk. Tabi Berlin Welcome Card'ımız olduğu için atladık tramvaya gittik, sorun olmadı ama otel seçerken bu bilgiyi de aklınızın bir köşesinde tutmak isteyebilirsiniz.


5 Mart 2017 Pazar

Almanya Acı Vatan

Geçtiğimiz hafta beyimlen bir Berlin seyahatindeydik.

Yaklaşık 10 sene önce aktarmalı uçuşumu kaçırdığım için Frankfurt havaalanında 12 saat kadar mahsur kalmamın dışında Almanya'ya ilk gidişimdi bu. Artık Almanya hakkında da rahatlıkla atıp tutabilirim.

Bir kere medeni mi medeni, Avrupa'ya her gidişimizde olduğu gibi yine "abi insan hayatı değerli burada" muhabbetinin dibine vurduk. Alt tarafı 3 saatlik uçuş yaptık ama sanki zamanda 300 yıl ileri gitmişiz gibi olduk. Trafik terörü yok, toplu ulaşım kolay ve rahat. Elbette bunlar turist olarak gözlemlerim.

Dönüş günümüzde havaalanına giderken konuştuğumuz Türk hanım, durumdan bizim kadar memnun değildi. İşsizlik maaşının Hollanda'da 800 euro, Fransa'da 600 euro iken Almanya'da 400 euro olmasından çok şikayetçiydi.

Almanya medeniydi, toplu ulaşım da rahattı ama kadı kızı olarak her bir şeyde kusur bulabilirim ve de buldum. Havaalanı, şehir merkezi arasında çalışan otobüslerdeki organizasyonu beğenmedim. Otobüslerin içinde bavul koymak için bölüm ayırmamışlardı. Tamam biz Türkler 30 kişilik otobüse 60 kişi artı bavullarla sığmanın kitabını yazarız icabında ama söz konusu Almanya olunca insanın beklentileri de yüksek oluyor tabi.

Beklentilerden söz açılmışken düzen, disiplin, intizam konusunda da hayal kırıklığına uğradığımı söylemeden geçemeyeceğim. Şurada da bahsettiğim gibi bu konuda çok başka şeyler umuyordum. Programdan 1 dakika geç gelen trenler, sipariş alırken askeri düzene uymayan garsonlar, kırmızı ışıklarda geçen yayalar hayallerimi yerle bir etti.

Ay bir de pahallı! Avrupa ülkeleri karşılaştırması için kullandığım su ve bira endeksine göre pahallı bir şehir. Market hariç 2,30 euro'nun altında küçük su bulamadım. En ucuz birayı da 5 euro'ya içtim. Gözünü sevdiğimin Prag'ında da su pahallıydı belki ama bira resmen sudan ucuzdu mesela.

Son olarak da o kadar Türk'ün olduğu ülkede ben nasıl bakkal bulamadım bilmiyorum ama bulamadım. Bakkalsız memleket mi olurmuş! Bakkal neyse de, ilk gittiğimiz gün meclis binası civarında yemek yiyecek yeri geçtim bir sandviç alacak büfe dahi bulamamak ne demek! Dedim ya Almanya acı vatan, boşa konuşmadım.

Maceralarımız önümüzdeki günlerde burada olacak!