20 Ekim 2014 Pazartesi

500.000$ kazanmak ister misiniz?

"Evet tabii ki de" dediğinizi duyar gibiyim. İşte yöntemi: kitap okuyacaksınız.

Çok süper değil mi hem kitap okuyup hem 500.000$ kazanacaksınız.

Yalnız ufak bir teknik detay: kitabı okurken verilen ip uçlarını kullanarak çözmeniz gereken bir bulmaca var. Tabi bir de bulmacayı ilk çözen olmanız gerekiyor.

İşte bu detayları da halletiniz miydi 500.000$ cepte. Fıstık gibi.

Tabii ki de Endgame'den bahsediyorum.


Kitabın 7 Ekim'de yayımlanmasıyla birlikte bir oyun da başladı. Ayrıca filmi de çekilecekmiş. 3 kitaplık bir serinin ilk halkası.

Kitaptaki ipuçlarını kullanarak dünyanın herhangi bir yerinde saklanmış olan ve sizi Las Vegas'ta bir otelde bekleyen 500.000$ değerindeki altına kavuşturacak anahtarı bulmaya çalışacaksınız. Eğer 500.000 $ sizi açmadıysa 1.000.000 $'lık ikinci kitabı, o da yetmezse 1.500.000 $'lık üçüncü kitabı bekleyebilirsiniz.

Kitabın konusuna gelince, 12 kadim kültürden gelen 12 oyuncu Endgame denilen oyunu oynamak üzere bir çağrı alıyor. Bu kadar. Daha fazlasını açıklamaya yetkim yok.

Şaka değil, oyunu oynamaya başlarken kabul ettiğiniz şartlar arasında "oyun hakkında blog, forum, feysbuk, vs diğer sosyal medya ortamlarında konuşmayacağıma namusum ve şerefim üstüne and içerim" diye bir madde de var. Yaaa tamam namus, şeref falan yok ortada da eğer konuşursan diskalifiye olursun diyor.

Bir tek şunu söyleyeyim, kitap Fenerbahçe'nin Denizli ile maçında Şükrü Saraçoğlu stadına bir meteorun düşmesi ile başlıyor.

Bir de şunu söyleyeyim, bulmacayı çözmek için verilen ipuçlarını takip edip bir şeyler öğreniyorum. Sonra "aman bu ne kadar ilginçmiş dur bakiiim şunu biraz daha araştırayım" diyorum. Sonra da hem ne  kadar cahilmişim diye kendime kızıyorum hem de olaydan kopup dağılıyorum. Yani yavaş gidiyorum. (Sevgili oyun haklarının koruyucuları, umarım bu bir ihlal değildir, bakın hiç bir şeyi açık etmedim)

Hadi bakalım, doğru kitapçıya. Bu arada bir kaç faydalı bilgi, Türkiye'deki yayın haklarını sadece D&R almış. Yani başka bir yerde bulamazsınız. İkincisi kitap Türkçe olsa da ipuçları İngilizce. Üçüncüsü kitabı okurken yanınızda bir kurşun kalem, bir not defteri ve bol miktarda post it bulunması çok faydalı olacaktır.

Eğer blogum sayesinde oyundan haberiniz olduysa, ve sonunda ödülü kazanırsanız, sonra da anılarınızı yazarsanız giriş cümleniz hazır: bir gün bir blog okudum ve hayatım değişti...

13 Ekim 2014 Pazartesi

Oryantiring diyip geçme, oyun değil hayat dersi

Haziran ayında ara verdiğim oryantiring sezonunu nihayet yeniden açtım. Sezon arasının sebebi hem yazın daha seyrek yapılması nedeniyle zaman uyuşmazlığı hem de kene korkusuydu.

Neyse yaz bitti, biz şehre döndük (doğrusunu söylemek gerekirse şehirden pek de uzaklaşmadık havalı olsun diye öyle yazdım) kenelerin de yuvalarına döndüğünü varsayarak oryantiring maceralarına kaldığım yerden devam ediyorum.

Bu hafta orman çok güzeldi. Özellikle mantarlar. Rengarenk. Hepsini ısırmak istedim. Ama tabii ki de bırakın ısırmayı dokunmadım bile. Keneden korkan mantar zehrinden korkmaz mı? Ben de uzaktan sevdim.

Mantar sevgim bana biraz zaman da kaybettirdi ama yine de çok kötü bir derece yapmadım. Orta karar diyelim. Hele de beni geçenlerin spor kulübü üyesi üniversite öğrencileri olduğu düşünülürse bence gönüllerin şampiyonuyum.

Tamam kondisyonum çok kötü, malum sigara. Ama harita okuma konusunda oldukça aşama kaydettiğimi düşünüyorum.

Mesela bu hafta hedeflerin hepsini bilinçli olarak buldum. "Hedef dediğin zaten bilinçli bulunur, bilinçsiz hedef neymiş" diyenlere şöyle açıklayayım: şurada da kısaca bahsettiğim üzere oryantiring kısaca harita yardımıyla hedef bulma oyunu. Ama hedefleri haritada yazan sırayla bulmak gerekiyor.

Bir de katıldığım organizasyonda 4 farklı parkur oluyor ve katılımcılar seviyelerine göre katılmak istedikleri parkurları seçiyor. Bu farklı parkurların 1-2 ortak hedefi olabilir ama genelde farklı oluyor. Yani ben diyeyim 20 siz diyin 30 farklı hedef oluyor ormanın değişik noktalarında.

Benim de harita okumayı becerememekten ötürü kendi parkurumda olmayan hedefleri bulduğum çok olmuştur. Ya da kendi parkurumun hedeflerini olması gereken sırada değil de karışık bulduğum da. Bu durumda ne oluyor? Doğru hedefleri doğru sırada bulmak için ormanda dön babam dön.

Ayrıca ben bu oryantiringi çok sevdim yahu. Kondisyonu bir yana bırakacak olursak olay tamamen planlama üstüne kurulu ki plan dedin mi benim için akan sular durur. Temel prensip nereye gitmek istediğini bilmek (sıralı hedefler) ve oraya nasıl gideceğini tespit etmek (rota belirlemek).

"Nasıl gidileceği" de önemli bir konu. İki hedef arası kuş uçuşu çok kısa gibi görünebilir ama uçamayacağınızı unutmayın. "Aman bir an önce varayım" diye bodoslama koşmaya başlarsanız asla ulaşamayabilirsiniz.

Geçen sene tecrübelerimden yola çıkarak hazırladığım faydalı bilgilere de buradan ulaşabilirsiniz. 

Oryantiring çok güzel, gelsenize!

görsel biraz eski ama ormanda çekmiştim

12 Ekim 2014 Pazar

Ev yapımı Nutella

Amatör aşçılık çalışmalarım devam ediyor. Havalardan zağar...

Bu seferki tarifimiz ev yapımı nutella. Aslında nutella demek çok iddialı olur ama "sütlü fındık kreması" lafı uzun olacağı için nutella dedim.

Orijinal nutellanın içinde % 55 oranında şeker, % 17 oranında hurma yağı, % 13 oranında şeker ve % 7.4 oranında kakao olduğunu biliyor muydunuz? Ben hiç kavanozun üstüne bakmamıştım, bilmiyordum. Sizin için internetten araştırdım.

Kalan % 7.6'nın ne olduğu yazmıyordu ama kıvam arttırıcı şu E'li zımbırtılardır herhalde.

Oysa benim tarifimde E'lerin esamesi okunmuyor, sadece fındık, kakao, şeker ve süt var. Kabaca oran verecek olursam herhalde % 57 fındık, % 25 süt, % 11 kakao, % 7 şeker diyebilirim. Dağılımda 3-5 puan oynama olabilir, hassas terazi değilim neticede ama aramızda da 3'ün 5'in lafı olmaz sanırım.

Şimdi gelelim tarife.

Efendim, çalışmalarımıza fındıkların kabuklarını kırarak başlıyoruz elbette. Haa siz marketten, kuru yemişçiden soyulmuş, kavrulmuş fındık alırsanız bu aşamayı geçebilirsiniz tabii ki de ancak ben evdeki kabuklu fındığı kullandım.



Ayıkladığımız fındıkları kavrulmak üzere tavaya alıyoruz. İşte en önemli aşamaya geldik, fındıklar kavrulduktan sonra iç kabuklarını soymanız gerekiyor. Burada parmaklara dikkat, çok kolay yanabiliyor. Bu nedenle kabuk soyma işine girişmeden fındıkları soğutmanızı şiddetle öneririm.

Bu kahverengi kabukları da soyduktan sonra fındıkları tekrar tavaya alıp ısıtmanızı öneririm. Eğer hazır soyulmuş ve kavrulmuş fındık kullanıyorsanız bu ısıtma işini yine yapın çünkü ısınmış fındıkları robottan geçirince yağının çıkıp macun haline gelmesi daha kolay oluyor.

Mutfak robotunuz ne kadar güçlüyse bu aşama o kadar başarılı olacaktır. Mümkün olduğunca uzun süre fındıkları robotlayın. Hem fındıklar ne kadar küçülürse dokusu o kadar pürüzsüz olacak hem de ufalandıkça yağı daha iyi çıkacağından istenen macun kıvamı yakalanacak.

Üzerine kakao ve şekeri ekleyip bir süre daha karıştırıyoruz. Ben yukarıda görünen fındık için yaklaşık 2 yemek kaşığı kakao, 1 yemek kaşığı şeker kullandım. Pudra şekeri daha iyi sonuç verir ama elinizin altında yoksa toz şeker de olur, biraz daha uzun robotlamanız koşuluyla.

Bu aşamadan sonra elimizde oldukça katı kıvamlı bir macun oluyor. Artık dilediğiniz kadar süt ekleyerek bu kıvamı açabilirsiniz. Ne kadar akıcı bir karışım istediğinize bağlı olarak süt miktarını belirleyebilirsiniz. Ben küçük bir kutu sütün yarısından biraz azını kullandım. Tabii ki de light süt kullandım, diyet kadınlığın şanındandır ne de olsa.

İşte sonuç:

Kakaoyla hindistan cevizini çok yakıştırdığım için yerken üstüne hindistan cevizi döktüm ki nefis oldu. Fındık oranı yüksek olduğundan 2 kaşıkta kesiliyorsunuz. Bu açıdan iyi yani, az yemiş oluyorsunuz en azından.

Tamam bi nutella değil ama en azından has Türk fındıklarıyla E'siz falan leziz bir şey yemiş oluyorsunuz. Afiyet olsun.

7 Ekim 2014 Salı

Bayram, trafik, falan, filan

Geçmiş bayramınız kutlu olsun. Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öper; hayır dualarınızın bana tıklama olarak dönmesini niyaz ederim.

bayram tadında çiçekler
Bayram tatilimizi şehir dışında ifa ettik, sağ salim eve döndük çok şükür. Yolların hali malum. Ne kadar şükretsek az.

Son günümüz yollarda heba olmasın, evimizde istirahat edelim diyerek dün dönenler arasındaydık. Yol biraz kalabalıktı ama fazla sefalet çekmedik. Bir kere İzmit tünellerinde sıkıştık, bir kere de İstanbul'a girdikten sonra TEM'de.

Biz ve diğer şapşal şoförler bu sıkışıklıkta dur kalk ilerlemeye çalışırken, yurdumun cevval, zeka küpü şoförleri kendilerine tahsis edilmiş olan emniyet şeridinden vızır vızır ilerlemeye devam etti.

İşte böyle şeyler benim kanıma dokunuyor yahu, tamamen kişisel hakaret algılıyorum, gözüm dönüyor resmen. Allah beni korusun ama bir gün trafikte böyle kim vurduya gitmekten de çok korkuyorum.

Dün de yanımızdan geçen arabaları izleyip sinir ve çaresizlikle kıvranırken çıkardım telefonu bu araçların fotoğrafını çekmeye başladım. Kaçırdıklarım çektiklerimden misliyle fazla ama 50 tane plaka yakalamışım.

Ben bu fotoları nereye iletirsem ihbar olur diye başladım araştırmaya. İşte öğrendiklerim:

* İstanbul içi trafik ihlallerini İBB Trafik Kontrol Merkezi - @4444154 adresine tivit atabiliyormuşuz. Nasıl bir cezai işlem uygulanıyor bilemiyorum.

* Yukarıdaki tivitır kullanıcısına şehirler arası yollardaki ihlalleri nereye iletebileceğimi sordum, 155@iem.gov.tr adresine mail atabileceğimi iletti. 50 adet fotoyu 6 parçada sıkıştırarak bu adres mail attım ancak maalesef mail iletilemedi hata mesajını aldım.

* 155@iem.gov.tr adresine ekte dosya olmadan mail attım, dosya büyüklüğünden mi iletemiyorum, max ne kadar olmalı diye cevap bekliyorum.

* Aynı zamanda tivitırda Emniyet Genel Müdürlüğü'nün resmi adresi olan @EmniyetGM'ye bu fotoları ihbar olarak nereye gönderebileceğimi sordum. Henüz yanıt gelmedi.

* Tivıtırda arama yaparken EGM'nin yukarıdaki adresine ihlal fotolarının gönderildiğini gördüm. Bu şekildeki bildirimlerde bir işlem yapılıyor mu onu da bilmiyorum.

Emniyet şeridi ihlallerinin ihbarı konusundaki araştırma bulgularım yukarıdaki gibidir, arz ederim.

Eğer bu konuda yol gösterecek olan varsa üşenmesin yazsın.

İhlal edip de bu yazıyı okuyan varsa da açsın gözünü okusun: beş para etmez insanlarsınız, medeniyet yoksunu magandalar!

3 Ekim 2014 Cuma

Yeraltına devam

Distopik kitaplar serisi devam ediyor, hakkımda hayırlısı olsun. Zira gündüz ne okuyorsam gece rüyamda onunla cebelleşiyorum.

Wool diye bir kitap okuduğumu yazmıştım, bir de sonunda bilmiş bilmiş "...sonu havada kaldı diyeceğim ama "acaba şimdi ne olacak" diye merak uyandıran bir durum da yok finalde..." demiştim. Zaten başıma ne gelirse bu büyük konuşmalarımdan gelecek, ben biliyorum.

Şimdi biri çıkıp "bre gafil, sonunu merak etmedin, başını da mı merak etmedin, o insanlar yerin o dibine nasıl girdi umrunda değil mi?" dese verecek cevabım yok.

2 gün öncesine kadar yoktu yani. Artık var, çünkü serinin ikinci kitabı Shift'i okudum.

Ve şunu söylemek istiyorum: kaderimiz pamuk ipliğine bağlı. Bir gün kitapta yer alan senatör gibi bir paranoyak/deli/şuursuzun çıkıp da onun yaptığı gibi bir şey yapmayacağını kimse garanti edemez. Tabi ben hikayeyi açık edip de okumak isteyenlerin keyfini kaçırmak istemediğimden böyle şifreli yazıyormuşum gibi oldu. Hikayeyle ilgili ipucu vermemek için çabalıyorum.

Adam resmen kıyamete neden olmuş. Bunu da gizli saklı yapmamış.Tüm planlarını herkesin gözü önünde, açık saçık hayata geçirmiş. Zaten kitapta bir lafı geçiyor, tam hatırlayamadım ama şöyle bir şeydi: yalan ve gerçek siyahla beyaz gibi kolayca ayırt edilebilir, ama bu ikisini karıştırırsan ortaya kafa karıştırıcı gri çıkar, yani insanlara gerçekleri söyle, ama araya biraz yalanlar da serpiştir ki ayırt etmek mümkün olmasın.

Neyse, hikayeye dönecek olursak bu insanlar neden yeraltına girmiş, niçin hiç bir şey hatırlamıyorlar hepsi günyüzüne çıkıyor.

Ayrıca olanları bir de ilk kitapta oldukça sevimsiz ve antipatik tasvir edilen "otorite" nin ağzından dinlemiş oluyorsunuz. Şimdi biraz hikayeyi açık etme gibi olacak ama şunu söyliim: ben otoriteye otorite demem, güç otoritede olmadıkça.

Bu serinin ilk kitabı Silo adıyla Türkçe'ye de çevrilmiş, sadece Türkçe'ye değil tam 40 dile çevrilmiş. Ayrıca bu üçleme son 20 yılın en iyi bilimkurgu, distopya serisi olarak gösteriliyormuş.Okumak isteyenlerin bilgisine.

Neyse efendim, ben ikinci kitabı ilkinden daha severek okudum. Şimdi de elimde serinin üçüncü ve son kitabı var. Bunun sonunda sanıyorum ki yer altı halkının akıbeti belli olacak.

Görelim bakalım neler olacak.