Yanlış anlaşılmasın, beyimle ben her ne kadar birer kültür mantarı olmasak da (mantar olsak benden yabani mantar olur, o ayrı) tiyatro, konser, sergi gibi kültürel aktivitelere o kadar da uzak durmamaya çalışırız. Lakin, organizasyon, bilet alımı, plan, program işlerine ben bakarım, beyim sadece "bulunur". Her konuda olduğu gibi bu konuda da iyi bir "bulunucu" dur kendisi.
Bu sefer teklif kendisinden geldi ama oyun seçme, bilet alma gibi işlerle ben ilgilendim. Olsun, insanlık için küçük, beyim için büyük bir adım neticede, kendisini takdir ediyorum.
Bu senenin sezonunu bu yıl 15. senesini kutlayan Oyun Atölyesi'nin Dolu Düşün Boş Konuş oyunu ile açtık. Karakterlerimiz evli bir çift olan Frank ve Donna, Donna'nın annesi, Frank'in iş arkadaşı Henry ve Frank'in müşterisi George.
buyrun size oyunun kimlik kartı, üstelik aralık programıyla |
Oyun; beğenilmeme, kabul görmeme korkularımız, yetersizlik duygularımız ve nefret hislerimiz nedeniyle taktığımız maskeleri gözler önüne seren bir komedi. Aman çok dramatikleştirdim, sanki bilmediğimiz bir şey; ağzımızla söylediklerimiz ve aslında aklımızdan geçenler meselesi.
Biraz keyfimiz gelsin diye komedi seçmiştim ancak bu oyundaki komedi bizi hayal kırıklığına uğrattı. Komediden ziyade kaba güldürü diyeceğim. Maalesef ince esprilerden yoksun olan metinde, komedi unsuru daha ziyade küfürlere dayandırılmış. Zaten biletler de +16 ibaresi ile satılıyor.
"Iyyyy şuna bak küfür etti, terbiyesiz, ne ayıp" çizgisinde steril bir insan değilim, yeri geldi mi hak edene kallavi bir küfür de sallarım, yerine de iyi yakışır. Lakin, bu oyunda kullanılan küfürler eğreti durmuş, komediyi ucuzlaştırmış.
Komedi konusu beklentimizi karşılamasa da oyunculukları hayranlıkla izledik. Gerçekten her biri rolünün hakkını fazlasıyla vermiş. Ancak yine de "yaşlı anne" rolünün neden genç bir erkek oyuncu tarafından canlandırıldığını anlamadım. Bunun dışında ben özellikle, oyuncuların akıllarından geçenleri oynadıkları sahnelerdeki oyunculuklarına bayıldım. Bu sahnelerde, "gerçekte aklından neler geçtiğini" anlatacak kişi dışında herkes donup kalıyor ve konuşan oyuncuların her biri tabir-i caizse döktürüyor.
Kendim kadı kızı olduğum için, yönetmenlik konusunda da iki çift laf etmesem çatlarım. Oyunun genelinde bir "gürültü" hakim, karakterler çok bağırıyor. Özellikle ilk perdede, Frank'in gırtlağını yırtarcasına bağırması çok rahatsız ediciydi.
Bir de dekora değinmeden geçemeyeceğim. Oldukça sade bir dekor var ancak yatak sahnesinde ayakta durmalarına rağmen yatıyormuş gibi görünmelerine ve yatak başı lambalarına bayıldım. Her ikisi de çok başarılı fikir ve uygulamalar olmuş.
Sonuç olarak, herkesin kendinden bir şeyler bulacağı bir metinle karşı karşıyayız. Her gün, kimlere neler söylediğinizi ve aslında neler söylemek istediğinizi bir düşünsenizse.
Benim en çok kendimi bulduğum sahne ise Henry'nin vereceği yemek davetiyle ilgili endişelerini anlattığı sahneydi: yemek salonda mı yensin, mutfakta mı, peki içkiler nerede içilecek, salondaki masa mutfağa taşınırsa müzik seti ne olacak, ikinci bir müzik seti mi alınsa acaba, salonda müzik seti var ama servis için sürekli mutfağa mı gidecek, yemekten sonra masayı ne yapacak...
Bu ve milyonlarca soru sürekli benim kafada pır pır, hem de sadece akşam yemeği değil, her konuda.
Kişisel takıntılarımı bir yana bırakayım, iyi oyunculuklar için bu oyun izleyin diye önereyim ve burada keseyim. Tiyatroyu ihmal etmeyin.