25 Temmuz 2016 Pazartesi

Sıtkım sıyrıldı

Ben bu ülkenin savcılarının, albaylarının, orgenerallerinin, korgenarellerinin, cumhurbaşkanı yaverlerinin, müsteşarlarının ve de yedi kısım tekmili birden devlet erkanın adını ezbere bilmek zorunda mıyım?

Kendi halinde, hayat gailesinde, dünyayı tanımak isteyen, yaşadığı andan zevk almak isteyen, basit bir vatandaş olmayı istemek suç mu?

İnterneti; iki satır bir şeyler karalamak, sosyal medyada yediğini içtiğini, gezdiğini gördüğünü paylaşmak, "tavuklar tek gözleriyle görebilir mi?" yi araştırmak için kullanmaktan gayrı bir isteğim olmamasına rağmen "OHAL nedir?" öğrenmek için kullanmak zorunda mıyım?

Sosyal medyalarda dönen geyikler gibi sırada uzaylı istilası mı var? Hepimiz zombi mi olacağız, nükleer savaş mı çıkacak?

Ah benim güzel ülkem. Öldük öldük dirildik. Aydınlık günler diliyorum hepimiz için tez vakitte.

Normalleşmeye çalışalım.

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Ada Kahvaltı

Bugün size İstanbul'daysanız muhteşem bir kahvaltı yapabileceğiniz bir yerden bahsedeceğim. Bizim HS sayesinde keşfettik burayı ve bayıldık.

Büyükada'da Ada Kahvaltı. Ağaçların altında, çiçeklerin içinde, çok zevkli bir bahçe:


Kahvaltı serpme servis ediliyor. Sunumlar çok zevkli ve özenli. Üstüne üstlük her şey çok lezzetli. Üstelik herhangi bir şey bittiğinde hemen tazeleniyor.

Bir kahvaltıda arayacağınız her şey var, oldukça doyurucu. Bir de Ayşen Hanım ile Sinem ve Doğukan'ın güler yüzü, ağaçların serinliği, masa örtüsünden duvardaki süslere mekanın her yerine yayılmış incelik ve zerafetle birleşince oooooh değmeyin keyfime.

İstanbul'da böyle zevkli, samimi, tertemiz, kazıklanmadan hem de leziz kahvaltı yapılacak yer bulmak zor. Siz de bulmuşken bu fırsatı kaçırmak istemezseniz, bir haftasonu atlayın vapura, doğru Büyükada'ya. İskeleden sola doğru yürüyün. Denize paralel Akdemir Sokak'ta bulacaksınız Ada Kahvaltı'yı. Rezervasyonsuz gitmeyin sakın.

3 Temmuz 2016 Pazar

Siddhartha

Hep söylüyorum yine söyleyeyim: bu blog beni zenginleştiriyor; bilgimi, görgümü, kültürümü arttırıyor. Sadece yazarak bunlar olmaz dediğinizi duyar gibiyim. Olmuyor zaten. Ama bu blog sayesinde keşfettiğim başka bloglar var, onları okuyorum.

Bu keşiflerim arasında ilk göz ağrım, kardeşçiğimin tavsiyesi Günün Çorbası . Sevgili Yeliz'i hiç tanımasam da çok seviyorum. Sanki uzun yıllar boyunca çok şeyler paylaştığım ama kaderin bizi ayrı şehirlere savurduğu eski bir dostummuş gibi hissediyorum.

Ayrıca Yeliz'in güçlü kaleminin dışında, okuma alışkanlığına ve okuduğu kitapları anlatma şekline de imreniyorum. İşte onun sayesinde okumaya karar verdiğim bir kitap: Hermann Hesse'nin Siddhartha'sı.

Taa 2013 yılında onun yorumlarını görüp almıştım bu kitabı. Okumak bugüne kaldı. Bu yazıya başlamadan önce tekrar onun kitapla ilgili yorumlarını okumak istedim ve kendi kendime gülümsedim: "bazı kitaplar sabırla sıranın kendisine gelmesini bekler" demiş. Yine doğru söylemiş.

Bence bu kitabı benden değil onun kaleminden okuyun . Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim. Eğer Yeliz'in yazdıklarını okumamış olsaydım ve bu kitaptan bir alıntı yapacak olsaydım ben de tam olarak aynı bölümü seçerdim. Sadece kitabın özü değil, yaşamın da özü aslında bu cümle:  

… Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmayı beceremez, dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak…