28 Eylül 2014 Pazar

Biber salçası

Son zamanlarda okuduğum felaketlerle dolu geleceği tasvir eden kitaplardan mı, yoksa Revolution dizisinden mi, yoksa kuraklık, sel, fırtına gibi iklim olaylarından mı, yoksa kitaba diziye mahal bırakmayan engin hayal gücümden mi bilinmez; dünyanın sonu çok uzak değil gibime geliyor.

Bu gidiş, gidiş değil.

Sistem çökecek, kaos başlayacak ve biz insanlar Maslow piramidinin en altına ineceğiz. Karnımızı doyurmak ve güvenliğimizi sağlamak ilk önceliğimiz olacak. Ancak para pul fayda etmeyecek, zira satın alacak yiyecek bulamayacağız.

İşte o günler için kendi çapımda hazırlık yapıyorum. Şurada bahsettiğim savunma sanatları derslerinde bir tık yol alamasam da bari catering olayında tecrübe kazanayım. Eğer beyim de savunma kısmını hallederse yaşanacak kaos ortamında sırtımız yere gelmez evelallah.

Böyle kıyamet kopacak tadında giriş yapsam da aslında alt tarafı ilk defa salça yaptım, onu anlatacağım. Henüz dünya üzerinde bu kadar ulvi amaçlarla üretilen başka bir salça olduğunu sanmıyorum.

Geyik bir tarafa bu aralar pek bir domestik oldum üstünüze afiyet, geçen hafta turşu olayına girip gaza gelip bu hafta da salçaya niyetlendim. Elbette internette araştırmalarımı yapıp üstüne de yorumumu kattım.

İlk deneme olacağı için az bir miktarla girişeyim dedim. Yaptığım araştırmalara göre 10 kg etli biberden 1-2 kg salça çıkarmış. Ben de yaklaşık 4 kg biberle giriştim. Temel prensip temizle, tuzla, pişir. Şimdi detaylar:

Önce bu biberlerin her birini tek tek ortadan ikiye bölüp çekirdeklerini temizleyip aşağıdaki resimde görüldüğü üzere iki tepsi halinde közlenmek üzere fırına attım.

Sonra fırından çıkan biberlerin kabuklarını teeeeek tek elcağızlarımla soyup robottan geçirerek bir biber püresi elde ettim.


Burada hemen bir bilgi vereyim. Araştırmalarımda bazı hanımların biberlerin çekirdeklerini çıkardıktan sonra çiğden robottan geçirip pişirme kısmına geçtiği öğrendim. Ama ben, hem robotumun biberleri çiğken istediğim ufaklıkta doğrayamayacağını düşündüğümden (pek güçlü bir robot değil), hem de közlenirse lezzetinin daha iyi olacağına karar verdiğimden araya fırın aşamasını koydum.

Buraya kadarki işlemler 4 kg biber için yaklaşık 2 saat sürdü. Daha sonra püreyi yayvan bir kaba alıp tuzunu da ekleyip pişirme aşamasına başladım. Pişirme kabı konusunda herhangi bir öneriye rastlamadım. Tencerede de olurdu herhalde ama ben buharlaşmanın daha hızlı olacağını düşünerek tava tercih ettim.

 

1,5 yemek kaşığı tuz koydum ama biraz fazla gelmiş, 1 kaşık da yetebilirmiş. Tuz olarak kesinlikle kaya tuzu kullanılması öneriliyor, zira deniz tuzundaki iyot salçayı sulandırırmış.

Yalnız en zor kısmı bu, marketlerde kaya tuzu yok. Yani ben bizim buradakilerde bulamadım. Ama aktarda var. Yani kaya tuzu arasanız marketlerde vakit kaybetmeyin direkman aktara gidin. Büyük hipermarketleri bilemem tabi, onlarda yok yok.

Bir başka önemli konu da pişme sırasında karıştırırken sadece tahta kaşık kullanılması. Metal kaşık da salçayı sulandırıyormuş. Artık nasıl oluyor bilmiyorum, ben deneyenlerin yalancısıyım.

Daha önceden reçel yapımı ile ilgili "karıştırırken kullandığınız kaşık daha önceden hiç kullanılmamış olmalı" diye bir tüyo okumuştum. E benim ellerimle emek emek yaptığım salça reçelden daha mı değersiz ki? Riske atmamak için gittim yeni tahta kaşık aldım, onunla karıştırdım.

Tam 3 saat pişirdim salçayı. Bu süre boyunca da ocağa bırakıp hadi film seyredeyim yapmak yok, zira sürekli karıştırmak gerekiyor. Çorba karıştırır gibi mütemadiyen karıştırma yok ama 3-5 dakikada bir karıştırmak gerekiyor. Sonlara doğru ise karıştırma işi daha bir önem kazanıyor zira suyunu çektikçe özel ilgi istiyor salçacık.

Pişme bittikten sonra da kavanoza aldım. Kavanozumu da bir tencerenin içinde bir kaç dakika kaynatıp yeni aldığım ve yine kaynattığım bir kapak kullandım. Bu kaynatma kısmı konserve yapımlarında kritik. Kavanozun içindeki olası bakterilerin herhangi bir bozulmaya yol açmaması için gerekiyor. Ben de bu kadar emeğimi 3-5 çapulcu bakteriye kurban etmemek için kavanozu da kapağını da fokur fokur kaynattım. Salçanın üstüne hava almasını önlemek için zeytinyağımı da döküp ağzını kapattım.

İşte 4 kg biber, bir yeni tahta kaşık, bir yeni kavanoz kapağı, zor bulunan kaya tuzu ve 5 saatlik iş gücünün sonucu aşağıda: yaklaşık yarım kilo salça.


Sanırım bu kavanoza bir süre el süremem, evin en güzel yerinde sergilerim.

18 Eylül 2014 Perşembe

Uyumsuz Kuralsız Yandaş

Bir kaç yıl önce hayatımıza giren "Secret" olayını hatırlıyor musunuz, hani kitabı dünyada milyonlarca satmıştı, falan.

Olaya çok derinlemesine hakim değilim ama sağdan soldan duyduğum kadarıyla temel prensipler şöyleydi: "ne dilersen o olur, evrene gönderdiğin mesajlara dikkat et, başına gelen iyi ya da kötü her şey aslında sen çağırdığın için gelmiştir"

İşte bu doğruysa ben bittim a dostlar.

Zira muhtemelen evrene şu mesajı yolluyorum "ben bela arıyorum, rahat bana batıyor"

Bakın vikipedi ne diyor: 

Distopya, (anti-ütopya Yunanca dystopia) çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır. Distopik bir toplum otoriter - totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. Kelime ilk defa John Stuart Mill tarafından kullanılmıştır. Filozofun Yunanca bilgisi göz önüne alınırsa, kelimeyi "ütopyanın tersi" olarak değil, "kötü bir yer" anlamında kullandığı anlaşılır.Yunanca bir ön-takı olan dys/dis, "kötü", "hastalıklı" ya da "anormal" anlamını taşır.

İşte böyle bir şeyi sevdiğim için, bunu da dile getirdiğim için o Secret denilen şey varsa Allah cezamı verecek.

Neden girdin böyle derin konulara derseniz derim ki:

Veroinca Roth'un Divergent, Insurgent, Allegiant üçlemesi 2014 yaz tatilimin en keyifli eşlikçileri oldular. (Uyumsuz, Kuralsız, Yandaş)

Bu kitapları özellikle de orijinal dilinde okuyacağım diye seçmedim, şans eseri elime İngilizceleri geçti, ben de okudum. Ama belirteyim ki çok ileri seviyede İngilizce bilgisine gerek duymadan da rahatlıkla okunabilecek bir seri. Çok yalın bir dili var. Öykünün akıcılığından bahsetmeme gerek bile yok.

Hikaye tabii ki de belirsiz bir gelecekte geçiyor. Geçmişte yıkıcı bir savaştan geçmiş olan toplumun birlikte yaşayabilmesinin tek yolunun 5 farklı gruba ayrılmak ve her bireyin ait olduğu grubun normlarına uygun şekilde yaşaması olduğunu kararlaştırmışlar. ( Kim? Bilinmiyor) Çünkü inançlarına göre insanları bir arada tutan ne aile bağları, ne eğitim seviyeleri, ne de başka bir şey. Bir toplumu bir arada tutan tek şey inandıkları ortak değerleri.

16 yaşına kadar aileleri ile birlikte yaşayan çocuklar ortak bir eğitimden geçiyorlar. Ancak 16 yaşına girdiklerinde önce bir yetenek testine tabi tutulup hangi gruba yatkın olduklarını öğreniyorlar. Hemen ardından da resmi bir törenle kendi gruplarını seçiyorlar. Bu seçim geri dönüşü olmayan bir seçim. Eğer ki ailelerinin mensup olduğu gruptan farklı bir seçim yaparlarsa her şeyi geride bırakıp yeni gruplarına katılarak yeni hayatlarına başlıyorlar.

Bahsedilen grupların her biri bir erdemi yüceltiyor: Fedakarlık, Cesurluk, Bilgelik, Dostluk, Dürüstlük.

Ayrı gruplara ayrılmış olsalar da birlikte yaşam gereği her grubun değerlerine göre aldığı sorumlulukları var:

Fedakarlar kendilerini bencillikten uzak bir yaşama adadıkları ve güce sahip olmak gibi bir amaç gütmedikleri için yönetim işlerini bu grup üstlenmiş. Ayrıca sosyal yardım, gönüllülük gibi işler de bu gruba ait. Dikkat çekmenin de bir bencillik olduğunu düşündüklerinden günlük hayatlarında gri renkli kıyafetler giyiyorlar.

Cesurların derdi korkuyu yenmek, korkusuz olmak olduğu için güvenlik işleri kendilerinden soruluyor, asker, polis gibi meslekler yani. En belirgin fiziksel özellikleri dövmeleri ve siyah giyinmeleri.

Bilgelerin en önem verdiği şey araştırmak, öğrenmek, bilgiye ulaşmak. Bu nedenle bilim adamları, mühendisler, doktorlar bu gruptan. Her zaman ciddi ve soğuklar. Ayırt edici fiziksel özellikleri gözleri bozuk olmasa da taktıkları gözlükleri ve mavi kıyafetleri.

Dostlar için en önemli şey başkalarıyla empati kurmak, barış ve uyum içinde yaşamak. Fiziksel olarak sarı kıyafetleri ile ayırt ediliyorlar. Meslek olarak tarım işleriyle ilgileniyorlar.

Dürüstler içinse dünya doğru ve yanlıştan ibaret. Her şey neyse o. Hayatlarında kıvırma, yalan dolan yok. Tabii ki de adalet sistemi kendilerinden soruluyor.

Bu gruplar size uymadı mı? O zaman üzgünüm, toplum dışına itilmekten başka seçeneğiniz yok. İşte bir de bu dışlanmışlar var, grupsuzlar. Tabi oldukları grubun normlarına uyum sağlayamayan, kendilerinden beklenen davranış kalıplarını sergileyemeyenler gruptan atılıyor ve dışlanmış olarak yaşamaya çalışıyor.

Bööööyle muhteşem bir toplum yapısı kur yine de insan evladı çiğ süt emmiş, yaranamazsın. Ya bunlardan birini değil de hepsini olmak istersen ne olacak? Tabii ki de isyeeeeeaaaaan ve olaylar olaylar.

İkinci kitabın sonunda bu şehrin ne ayak olduğu ortaya çıkıyor. Üçüncü kitapta ise 16 yaşındaki ergenler dünyayı (hadi dünya iddialı oldu, şehri diyeyim) kurtarmaya kalkışıyor, bir nevi süper kahraman rolünde. Tabii ki de hikaye başından itibaren bir aşkla da ufak ufak soslanıyor.

Okuması zevkli, kaymak gibi akıyor. Üstelik üstünde konuşacak bir sürü malzeme çıkarıyor: mesela biz beyimle uzuuuun uzun çevremizdeki insanların hangi gruplara tabi olacağı konusunda fikir teatilerinde bulunduk.

İlk kitabın filmi de çekilmiş meğersem, ben dünyadan bihaber... Tatilden dönünce hemen izledik. Bahsettiğim grupların normları, manifestoları kitapta uzun uzun yer alsa da filmde bu bilgiler olmadığından sadece filmi seyrederek hikayenin içine biraz zor olabilir. Bence kitabı okuyun, ondan sonra filmi de izlersiniz.

Çok uzattım, ben kaçar.

14 Eylül 2014 Pazar

İyi ki doğdun Can'ım

Bugün bizim can paremiz, Can'ımız ikinci yaşını doldurdu.

Allah sana uzun, mutlu, sağlıklı bir ömür versin güleryüzlü böceğim. Varlığın bile bizler için mutluluk kaynağı iken bir de o maymunlukların, şirinliklerin aklımızı başımızdan alıyor.

Uzakta olduğumuz için hem çok özlüyoruz, hem de her gördüğümüzde ne kadar büyüdüğünü fark ediyoruz. Bayramı birlikte geçirdikten sonra bir de tatilimizin son haftasını beraber geçirdik. 1 hafta boyunca o kadar alıştık kuzucuğa, onlar ayrıldıktan sonra koca otel boşalmış gibi geldi.

Canikomuzun kelime dağarcığı her geçen gün gelişiyor. Henüz düzgün cümleler kuramasa da kuzucukla sohbet etmek çok keyifli. Tek kelimelik cümleleri ile kendini o kadar güzel ifade ediyor, duysanız şaşarsınız.

Yalnız bu sohbetten keyif almak için kelimelerin anlamlarınız bilmek gerekiyor. İşte Can sözlüğünün devamı:

Manana: Makarna
Omama: İçeriğe göre değişiyor, yeri geliyor dondurma, yeri geliyor domates, yeri geliyor yumurta
Mu: Muz
Dadada: Günaydın
Badadan: Palyaço
Nönnü: Önlük
Edidi: Enişte
Düdü: Otur
Babu: Balon
Deldel: Bu gel demek ama bunu söylerken aynı anda bir el de başın hizasında havaya kaldırılıp açıp kapatılacak
Ayır ayır: İstemediği bir şeye karşı çok net hayırı çekiyor. Bir yerden Trakyalılık bulaşmış olsa gerek ki h'ler yutuluyor. Bunu söylerken de yine bir el baş hizasında kaldırılıp kararlı bir şekilde sağa sola sallanacak


10 Eylül 2014 Çarşamba

Midilli Adası vol 3

Midilli'ye nasıl gittiğimizi ve nereleri gezdiğimizi yazdım.

Gurme olsam yemek tavsiyeleri verirdim, kültür elçisi olsam antik, tarihi bir şeylerden bahsederdim, folklor araştırmacısı olsam Yunan kültürünü anlatırdım, amaaaaa bende bunların hiç biri yok, ya da hepsi var. Yani kafama göre takılacam. Kısaca izlenimlerim:

* Yıllarca "aman Yunanistan'a gidersen Türk olduğunu söyleme, pek hoşlanmıyorlar" laflarını duydum. Ana karada durum nedir bilmiyorum lakin gittiğim dördüncü Yunan adasında da hiç böyle bir duruma rastlamadım.

* Son bir kaç senedir vize konusunda yürütülen iş birliğinin de etkisiyle olsa gerek, Türk turist sayısı oldukça fazlaydı. Ada halkı da bu duruma uyum sağlamış: dükkanlarda Türkçe tabelalar, restoranlarda Türkçe'ye çevrilmiş menüler, Türkçe bilen çalışanlar vardı. Aşağıda bir Türkçe menü örneği, amatör ruhu takdir etmemek mümkün değil. Hele resme sığmayan bir içecek kısmı vardı: bildiğimiz kolayı Türkçe'ye çevirmişler, Koka kola

kuru kocaman fasulye barbunya, çeşitli sebze yemeği de türlü oluyor
* Gittiğimiz tüm plajlarda bol miktarda şezlong, şemsiye mevcut ve de ücretsiz. İnanmazsınız duşlar ve soyunma kabinleri bile ücretsiz. (duş için bakınız ve bakınız; soyunma kabini için ise bakınız) Ayrıca hiç birinde plastik şezlong, masa, sandalye görmedik. Tüm bunları görüp aklıma bizim Ege sahilleri gelince içim yandı.

* Bence yemeklerimizde, mezelerimizde, salatalarımızda daha çok peynir kullanmalıyız.

* Uzonun başkentine gittik, lakin benim uzoyla pek aram yok, yorum yapamayacağım. Ama biralar konusunda ahkam kesebilirim Bir Mythos var bir de Alfa var. Mythos daha güzel, en güzel, bir numara.

mythos vs uzo
* Seyyah olma hevesiyle çıktım yola, lakin yanlış zamanı seçmişim. Yüksek sezonda gidiyorsanız lojistik ve konaklama organizasyonunu yapınız, dost tavsiyesi. Yoksa bizim gibi güneş altında araba bulacam, otel arayacam diye dolanıp durursunuz. Başınıza güneş geçer, terlikleriniz ayağınızı yara yapar, açlıktan tansiyonunuz düşer. Bana oldu. Amaaaa bende seyyah mayası varmış ki gıkımı çıkartmadım.

* #yinegidecekben


9 Eylül 2014 Salı

Midilli Adası vol 2

Midilli' ye nasıl gidileceğini, nerede kalınacağını yazdıktan sonra sıra geldi Midilli'de neler yapılır kısmına.

Kısaca özetleyeyim: yenir, içilir, yatılır... Daha detay okumak isteyenler aşağıya doğru devam edebilir.

Midilli büyük bir ada, bizse aldığımız tavsiyeler üzerine önceliği adanın kuzeyindeki Molivos'a verdik.

Burada bir parantez açıp bizimle ada hakkındaki tecrübelerini paylaşan, güzel restoranlar öneren, plajlar hakkında bilgi veren can arkadaşım Ö' ye teşekkür ederim. Parantezi kapattım.

Molivos adanın en turistik bölgelerinden biriymiş. Aslında küçük bir kasaba, çok güzel korunmuş. Dar taş sokakları, sahilde yanyana dizilmiş ya da tepelerde konuşlanmış, muhteşem manzaralı, leziz yemeklere sahip restoranları; akşam güneşin batışına karşı oturup "tavli" oynarken içkileriniz yudumlayabileceğiniz barları, kafeleriyle Molivos'u çok beğendik.

Hele giderseniz bir akşam limandaki restoranlardan birine oturup keyifli bir yemek yemeden dönmeyin sakın. Yemekler konusunda zaten yabancılık çekmezsiniz de ortam konusunda da kendinizi evde hissedeceğiniz garanti. Aynen bizde olduğu gibi sokak çalgıcıları masalar arasında dolaşıyor. Çalgılar klarnet, darbuka, akordiyon; şarkılar Zühtü, Çekirge, Konyalım, Fidayda. E hani yurt dışına çıkmıştık? Ben sirtaki yapacaktım?

molivos sokakları



molivos limanı

Deniz konusuna gelecek olursak Molivos'un içinde küçük bir plaj olsa da, Petra, Anaxos gibi yakın diğer kasabalar plaj açısından daha iyi. Yunan kardeşlerimiz bizim meşhur "beach club" konseptimizi henüz keşfedememişler. Sahil boyunca sıralanmış restoranlara ait şezlonglarda bütün gün yat. Ne giriş ücreti, ne şemsiye, duş bedeli. Acıkınca git restoranda yemeğini ye, bir kahve bile içsen bir daha gün boyu sipariş tacizi yok.

anaxos plajında

Her şey çok mu güzeldi, hiç beğenmediğin bir şey yok muydu diyenlere samimiyetle deniz suyu sıcaklığı demek istiyorum. Ruslar gibi sıcak deniz hayranı bir kişilik olan beni kuzey Ege'nin kuzeyinin serin suları açmadı. Bu nedenle iki gün Molivos'a yeter, biraz da adanın güneyine inelim diyerek 3. gün sabah kahvaltıdan sonra küheylanımıza atlayıp yollara düştük. Bu seferki hedef uzonun başkenti Plomari.

Plomari yolunun Giera Körfezi'nden ayrıldıktan sonraki kısmı oldukça dar, virajlı ve rampalı olduğu için yolculuk süresi uzun sürüyor. Gidecek olanlar bu ayrıntıyı unutmasın.

plomari yolu


Molivos'la kıyaslandığında bir şehir büyüklüğünde olan Plomari'nin içinde kalacak otel yok. Tek tük pansiyon tabelaları var, bir de uzo fabrikaları.

201 yıllık çınar ağacının gölgesinde soluklandıktan sonra kentin içini dolaşıp kalacak yer bulamayınca direksiyonu Agios Isidoros'a çevirdik.

fotoda görünen çınar teeee 1813 yılında dikilmiş
Burada kaldığımız otel Akrogiali adında bir anne kız tarafından işetilen, çok sevimli küçük bir oteldi. Ama bir gece kalacağımız için yüksek fiyat verdiler, gerçi ertesi sabah çıkışımız sırasında kahve ikram etmeyi teklif ettiler ama gönlümüzü alamadılar.

Biz otele girerken Edirne'den gelmiş bir çift çıkıyordu, ayak üstü konuşmadan ve otel sahibi kadınla sarılmalı vedalaşmalarından anladığım kadarıyla uzun süre konaklayıp memnun ayrılmışlar. Eğer Agios Isidoros'a giderseniz çok temiz ve bakımlı bu oteli seçenekleriniz arasına alabilirsiniz. Ancak altın tavsiye geliyor: gürültü problemi yaşamak istemiyorsanız üst kattaki odalardan talep edin, tabi müsaitse.

üstteki fotoda sol tarafta odaların kapıları yer alıyor, alttaki foto ise otelin bahçesi
Benim bugünle ilgili ve en favori fotom aşağıda, işte bu tatile kurutulan bu ahtapotları yakinen görüp kurumuşları mideye indirmek için gitmiştim, başardım!


Agios Isidoros, Plomari'ye yaklaşık 10 dakika mesafede küçük, sakin bir plaj. Kasaba bile demek güç. Plajda yanyana bir kaç bar/restoran, yol kenarında ise yine bir iki bar/restorandan başka bir aksiyonu yok. Fiyatlar Molivos'tan biraz daha pahallı.

Akşam yemeği için enfes manzaralı Sunset Plomari isimli restoranı tavsiye ederim. Biz güneşi plajdaki barlardan birinde batırdık ama Sunset Plomari'ye erken gidip akşam içkileri eşliğinde güneşle vedalaşabilirsiniz.

Son günümüzü de denizi sıcacık olan bu plajda geçirip akşam dönüş saatimizde Mitilini'ye (Ayvalık seferlerinin yapıldığı şehir, yani orijinal Midilli şehri) dönmeye niyetlendiysek de bizim küheylana güvenemediğimizden erkenden şehre dönüp havaalanı yakınındaki bir plajda son günümüzü tamamladık.

Çok uzun olan bu yazımı burada kesiyorum. Ama izlenimlerimi de arkası yarın yapacağım.

8 Eylül 2014 Pazartesi

Midilli Adası vol 1

O kadar heyecanla bekleyip, gün sayıp, hayaller kurduğumuz tatilimiz geldiiiiiii ve geçti. Şıp diye bitti. Gözümüzü açtık yola çıktık, kapadık evdeydik.

Adaletsiz dünya.

Amaaan neyse şikayetle başladım, kesiyorum. Tatil güzeldi, ben ona odaklanayım.

İki haftalık planımızın ilk haftasında yazlığı şenlendirdikten sonra 4 günlük komşu ziyaretine Midilli'ye geçtik.

Ayvalık'tan Midilli'ye gitmek için iki seçenek var, feribot ve deniz otobüsü. Şimdi isimlerini doğru mu yazdım emin değilim ama şöyle özetleyeyim feribot yavaş, deniz otobüsü daha hızlı gidiyor. 2014 yaz fiyatları feribot için bir kişi gidiş dönüş 25 euro (bu internet fiyatı, Ayvalık'ta acenteden alırsanız 30 euro); deniz otobüsü 32 euro (acenteden alınırsa 35 euro).

Deniz otobüsü de ışık hızıyla gitmiyor ancak yaklaşık 45 dakika (biraz daha az olabilir) erken varıyor. Bunun yolculuk süresinden kazandırmasından daha avantajlı tarafı pasaport kontrol süresinden kazandırması.

Çünkü Ayvalık - Midilli yolculuklarının organizasyonu tam bir Türk - Yunan iş birliği. Ülkemizdeki devlet dairelerindeki nizam, zaman yönetimi, verimlilik konularını falan bir düşünün, şimdi bunları ikiyle çarpın. Yunan kardeşlerimiz de tıpkı bizim gibi.

Bu nedenle ne kadar erken giderseniz, pasaport kontrol sırasında o kadar az vakit geçirirsiniz, bu da benden Midilli seyahati yapacaklara ipucu olsun.

Daha önceki yazılarımı okuyanlar "seyyah olcam ben işte, gönlümün götürdüğü yere gidicem" diye kendimi paraladığımı bilirler. Bundan kelli bu Midilli seyahatimiz için ne bir otel, ne bir araba ayarladım, ne bir gezi planı yaptım. Seyahat adına yaptığım tek hazırlık biraz sirtaki çalışmaktı, onu da sergileyecek ortam bulamadım.

(Hadi itiraf ediyorum, yine dayanamayıp bir kaç araba kiralama şirketine mail atıp pazar araştırması mahiyetinde fiyat teklifi istedim. Ama sonuçta bir organizasyon yapmadım.)

Neyse biz seyyah seyyah indik Midilli limanına. İşte altın değerinde başka bir tavsiye: yüksek sezonda seyyahlık yapmaya kalkmayın, adam gibi önceden organizasyonunuzu yapın yoksa bizim gibi külüstür bir arabaya maille aldığın teklifin % 50 daha fazlası fiyatla talim edersiniz.

Limanın hemen karşısındaki caddede sıralanmış araba kiralama şirketlerinin hepsini gezdik ve sadece bir tanesinde müsait araba bulabildik. Kazıklandık ama olsun, moralimiz bozulmadı.

işte bizim küheylan

Neyse atladık küheylana, çıktık yola. Hedef adanın en kuzeyindeki tatil beldesi Molivos.

Yol üstünde kahve molasıyla, güle oynaya 2 saatten fazla bir yolculukla Molivos'a vardık. Cesur seyyahlar olarak konaklama organizasyonu da yapmadığımızdan varır varmaz otel aramaya başladık.

Molivos'un girişinde büyük bir otopark var, ücretsiz, kasabanın içinde araç kullanımı kısıtlı, bir çok yer trafiğe kapalı. O yüzden sizin de yolunuz düşerse bu otoparka arabınızı bırakın.

molivos'un uzaktan görünüşü

Hemen deniz kenarından başlayarak kasabayı teftişe başladık, ne nerdeymiş, nerede kalalım diyerekten. Bir tepeden aşağı denize doğru kurulmuş kasabada genel olarak pansiyonlar yukarılarda, deniz kenarında ise oteller var. Araba çıkmayan tepelere çantalarımızla yürümeye üşendiğimiz ve deniz kenarı restoran, barlar açısından daha hareketli olduğu için aşağıda kalmaya karar verdik.

Bu sefer de otellerden fiyat alarak ikinci turumuza başladık. Denize sıfır otellerde iki kişilik odaların gecelik fiyatları 60 euro idi. Biz ise bir arka sokakta Adonis isimli otele yerleştik. Bu otelde kahvaltı dahil gecelik fiyat 45 euro idi.

Molivos'a yolunuz düşerse bu oteli tavsiye ederim. Temiz, sakin, kahvaltı ağaçlar altındaki bahçede servis ediliyor. Ayrıca otelin önünde araba park edecek müsait alan da var, yine de dar sokaklara araba sokmak istemem diyenler için kasabanın girişindeki büyük otoparka da yakın. Yeri de çok düzayak olduğundan akşamları otele dönmek de kolay oluyor, özellikle uzolardan sonra.

Seyyahlık bizi yordu, hem de acıktık. Hemen çantalarımızı odaya bırakıp aylardır hayalini kurduğumuz Ege'nin Yunan tarafında denize nazır, deniz ürünlü sofraya kurulmak üzere kendimizi dışarı attık.

Seyyahlık harbi yorucu, bak yazarken bile yoruldum. Arkası yarın...

4 Eylül 2014 Perşembe

Geri döndüm

Tahmin ediyorum ki bu kadar uzun zaman benden haber alamayınca çok endişelendiniz, korktunuz ve hatta kayıp ilanı falan vermeyi düşündünüz.

Arayı hiç bu kadar açmamıştım.

Ama merak etmeyin. Buradayım, iyiyim.

Malum tatil olayları.

Lakin sayılı gün çabuk geçti. Benim için kötü, sizin için iyi haber: tatil bitti. Geri döndüm. Sanal ortamı şenlendirmeye devam edeceğim.

En kısa zamanda sizleri tatil anılarım, seyyah olma maceralarım, okuduğum kitaplar ve Can'dan yeni kelimeler konularında aydınlatacağım.

Yaz tatili programımız Altınova, Midilli ve benim favori yaz tatili aktivitem olan sıcak denizlere inmek çerçevesinde gelişti. Şu tatil sonrası adaptasyon dönemimi bir tamamlayayım heppppsini anlatacağım.

Şimdilik sizi teaser niyetine tatilimin özeti olabilecek iki fotoyla başbaşa bırakıyorum. Tatil güzel bir şey.