22 Ekim 2015 Perşembe

Vurur yüze ifadesi, hadi ben kaçar bitanesi

Önümüzdeki cumartesiden bir sonraki cumartesiye kadar buralarda olmayacağım. Önden haber vereyim de bir hafta kadar benden ses çıkmayınca paniğe kapılmayın dedim.

1 haftalık bir seyahate çıkıyorum. İstikamet Amsterdam. 3 gün Amsterdam, 2 gün iş, 2 gün de Amsterdam' a yakın yerler.

Yine detaylı gezi programım hazır. Saat kaçta nerede olacağım, nerede ne yiyeceğim hepppsini hazırladım. Geceleri uykum kaçtı hazırlanırken ama.

Günde 3 öğün yemek yiyorum, 3 de ara öğün yapsam etti 6. Topluyorum, çarpıyorum gitmek istediğim bütün restoranları, kafeleri sığdıramıyorum. Geceleri uyku uyuyamıyorum düşünmekten. Yatıyorum kalkıyorum, kara kara düşünüyorum, yok olmuyor. Bu sefer sürekli yemek düşünmekten gecenin bir yarısı midem kazınmaya başlıyor.

Hele o kiliseler yok mu? Yok ilk protestan kilisesi, yok son katolik kilisesi, yok ahşap kilise, yok en yüksek kilise.. Sonu gelmiyor. Kaç tane cami gördün muhabbetine hiç girmeyin, kalbinizi kırarım.

Müzelere ise ayrı konu. Hepsine girmeye kalksam bırak yemeği, uyuyacak zaman kalmayacak. E hani 6 öğün yemem lazımdı gitmek istediğim kafelerin en az yarısına gidebilmek için.

İşte bunlar hep internet yüzünden. Çok tehlikeli bu internet. Bir araştırmaya başlıyorsun, derya deniz mübarek. Biri gitmiş bilmem nerede bir şey yemiş ay çok güzelmiş. Öbürü gitmiş bir tasarım mağazası bulmuş aklın durur. Beriki bir müzeye gitmiş ruhu bi aydınlanmış bir aydınlanmış.

Eeeee ben bunlardan kusur mu kalayım yani. Asla olmaz!

İşte böyle böyle kafayı yemek üzereyken bir silkindim. Ne olacak yani 3 kilise eksik görsen, 2 müzeye gitmesen (laf aramızda sanattan da pek anlamıyorum o kadar çabalamama rağmen). Hem her şeyi yemek zorunda da değilsin, israf günah ve haramdır. Olduğu kadar.

Böyle böyle telkin etmeye çalışarak kendimi daha makul bir program hazırladım. Yani galiba. Çok emin değilim şu anda. Bakayım ne kadar uygulanabilir göreceğim. Döndükten sonra da kamu yararına buradan paylaşacağım.

Yaaa işte hayat bazıları için ne kadar zor. Benim hayatımı benden başka bu kadar zorlaştıran başka kimse yok. Aman olmasın da zaten, kendimle zor baş ediyorum, bir de başkalarıyla uğraşamam.

Hadi ben kaçar.

Sıkı giyinin, havalar soğudu üşütmeyin, beslenmenize dikkat edin ve 1 kasımda oyunuzu kullanmayı sakın unutmayın. Küserim valla.

Not: Aşağıdaki hanım kızımız da benim avatarım oluyor. Kendisiyle daha detaylı tanıştırırım sizi sonra.


21 Ekim 2015 Çarşamba

Ruhlar Evi

Eyyyyy ruh, geldiysen masaya 3 kere vur.

Etkileyici bir giriş oldu mu bilmem ama konumuz etkileyici. Isabel Allende'den Ruhlar Evi:


Bu kitabı Kırmızı Pazartesi hakkındaki yazıma OKHOK'un yaptığı yorum sayesinde okudum. Önce kendisine buradan kocamaaaaan bir teşekkür sunalım. Sonra blog yazmanın hem yazan hem okuyan için ne kadar ufuk açıcı bir şey olduğunu anımsayalım. Ve son olarak da buraya yazılan yorumların ne kaddddaarrr değerli olduğunu hep aklımızda tutup yorum yazmayı ihmal etmeyelim.

Şimdi Ruhlar Evi'ne dönebiliriz.

Del Valle ailesiyle başlayıp Trueba ailesiyle devam eden yaklaşık 50 yıllık bir hikaye. Dört muhteşem kadın: Nivea, Clara, Blanca ve Alba. Nivea'nın kızı ve Clara'nın kardeşi güzel Rosa ile evlenebilmek için para biriktirmek üzere madenlerde çalışmaya giden fakat Rosa'nın ölüm haberini aldıktan sonra değişip bambaşka bir adam olan Esteban Trueba.

Ana kahramanlarımız bu beşli gibi görünse de hikayede başka bir sürü karakter yer alıyor. İsimleri açık açık geçmese de Salvador Allende (Companero Başkan) ve Pablo Neruda (Büyük Şair) bile var.

Benim kitapta en sevdiğim karakterlerden biri Nivea oldu. Nivea ve arkadaşları 1920'li yıllarda "Kadınlar elbiseleriyle saçlarını kısaltıp korse giymekten vazgeçene kadar, doktor da olabilseler, oy da kullanabilseler hiçbir şey değişmeyeceği, çünkü bu şeyleri yapmaya güçlerinin yetmeyeceği konusunda hepsi de görüş birliği içindeydiler." Neredeyse 100 yıl geçmiş, saçlar kısalıp korseler çıkmış ama kadınların derdi hala bitmiyor diye sosyal mesajımı da vereyim.

Belli bir zaman diliminde, belli insanların başından geçen olayları akıcı ve sürükleyici bir şekilde anlatmak kuşkusuz büyük bir yetenek. Bu yeteneğe, bir de hikayenin geçtiği coğrafyada o dönemde yaşanan gerçek olayların serpiştirilmesi, toplumsal değişimlere yer verilmesi okumaya doyulmayacak bir kitap çıkartmış ortaya.

Şili'de geçen kitabın ilk 2/3'lük kısmı, masal mı okuyorum, anı kitabı mı okuyorum anlamadan geçti. Her şey hem çok gerçek hem de gerçek olamayacak kadar sihirli gibiydi. Su gibi. Ancak son 1/3'ü gerçek olmasını istemeyeceğim gerçeklerle doluydu. Okurken çok zorlandım. Darbe dönemi.

1982 yılında yazılmış bu kitabı, hem de bu kadar iyi yazılmış bu kitabı 33 sene sonra okuyabildim. Ya hiç okumasaydım? Hep diyorum okunacak çok kitap, ama okuyacak çok az zaman var. Siz de eğer henüz okumadıysanız en kısa zamanda okuyun bu kitabı.

OKHOK'a da son not: en kısa zamanda kitabını iade edeceğim, biliyorum senin kitaplarınla ilişkini.

20 Ekim 2015 Salı

Özgüvenmek ya da güvenmemek

Özgüven muhteşem bir şey.

Herkeste olmalı. Eksikliğinin getirdiği kendinden memnun olmama hali yarattığı değersizlik duygusuyla insanı intihara bile sürükleyebilir. Allah korusun, mevlam esirgesin, dağlara taşlara...

Ben şahsen yıllardır geliştirmeye çalışıyorum.

Lakin temeli olmalı. Sınırlarının, yeteneklerinin, becerilerinin farkında olmalısın. Gerçekçi olmalısın. Cahil cesareti ile sınırı iyi çizmek gerekir. Öyle küçük dağları ben yarattım aşamasına geçtiğin an da millet arkandan nanik yapar durur ruhun bile duymaz.

Malum ses yarışmasını izliyorum da, oradan aklıma geliverdi. Yarışmacılar sahne almadan önce ufak röportajları yayınlanıyor ya, hanım kızımız soruyor: "Neden katıldın?" El cevap: "Çünkü arkadaşlarım / eşim dostum / annem babam çok güzel sesim olduğunu söylüyor."

Bacım bak sana dost tavsiyesi: tez zamanda o arkadaşları tarihin tozlu sayfalarına bırak, o kocayı terk et, bir de aç ata sözleri ve deyimler sözlüğünü "kuzguna yavrusu anka kuşu görünür" ne demek iyicene oku.

Arkadaş arkadaşa bunu yapar mı len! O koca da yarın öbür gün seni ortada bırakıp giderse hiç şaşırma!

De ki "insanın hayatında kaç kere böyle bir fırsat çıkar ki, böyle de bir anım olsun istedim, eğlenmeye geldim" canımı ye.

Madem seçmeleri de geçmişsin, hem de televizyonda, hem de orkestra eşliğinde şarkı söylemenin tadını çıkar, eğlen, şovunu da yap, bitsin gitsin. Yok sesin güzelmiş de, yok ısrar etmişler de. Sormazlar mı sonra sayı saymayı bilmiyorsun da hiç dayak da mı yemedin?

Bu arada o seçmelerden nasıl geçiliyor merak ediyorum. Rüşvet falan işe yarıyorsa bilmek isterim. Hatıra defterimde böyle bir anıya yer verebilmek için makul bir miktarı gözden çıkarabilirim.

Dağılabilirsiniz.

19 Ekim 2015 Pazartesi

Sürdürülebilir bir kariyer

Emeklilik yaşı çoooook uzaklarda. 60 falan galiba. Bana o kadar uzak ki hiç emekli olamayacağım, ölene kadar çalışacağım gibi hissediyorum. Ruhumu o masada teslim edeceğim korkarım.

Tabii ben böyle söylüyorum ama bakalım ruhumu teslim edene kadar beni isteyen birileri olacak mı. Böyle de ufak bir teknik detay var. Sürekli zımmmba gibi gençler gelip duruyor. Rekabet çok.

İki hafta önce katıldığım bir eğitimde, sürdürülebilir kariyer, aranan bir profesyonel olmak konularında ip uçları aldım ama her ihtimale karşı alternatif kariyer yollarını da düşünüyorum kendim için.

Sevdiğim ve yeteneğim olan bir şey olsun istiyorum. Sevme kısmı tamam. Sevdiğim çok şey var. Da. Yetenek kısmında biraz zorlanıyorum.

Lakin bu eğitimde öğrendiğime göre sevdiğimiz şeylere yeteneğimiz olurmuş, yeteneğimiz olan şeyleri severmişiz. Bilimsel bir şeymiş bu. Ben sallamıyorum yani.

Bilimsel denince itiraz edemedim ama söylemeden geçemeyeceğim, şarkı söylemeyi benim kadar sevip benim kadar yeteneksiz olan kaç kişi vardır merak ediyorum. Bilim insanları açıklasın!

Neyse, benim kariyer alternatiflerime dönecek olursak:

1) Hayalimin mesleğinin adını bilmiyorum. Kısaca "çeşitli ülkeleri gezip best seller kitapları okuyup Türkiye'de yayımlanıp yayımlanmayacaklarına karar vermek" diyeyim. Detayları şurada anlatmıştım.

2) National Geographic uzmanı olmak. Bunun detayları da burada.

3) Hem fiziksel olarak çalışıp enerjimi atmak hem de elektriğimi toprağa boşaltmak için çiftçi olabilirim ama karnım bile doyar mı bilemedim. Çiftçilerin hali malum.

4) Okumak güzel, yazmak da güzel. Yazar da olabilirim. Ancaaaaak işte yeteneğin eksikliğini hissettiğimiz yer tam burası oluyor. Oysa her kitabı heyecanla beklenen bir yazar olsam fena mı olurdu? Olmazdı.

5) Eğlenmeyi çok sevdiğim için animatörlüğü de düşünebilirim ama "eğlen dedim eğlenilecek" ruh hali ağır gelebilir bana. Neyse, bu da bir seçenek olarak dursun bakalım. Ne olur ne olmaz.

12 Ekim 2015 Pazartesi

Normalleşmek

Normalleşmek istiyorum.

Ülke olarak en büyük derdimiz bisiklet yollarının azlığı, belediye otobüslerinin rengi, vapurların modeli olsun.

Hayatımızdaki tek saçma şey evlendirme programları, Turabi, stil yarışmaları gibi televizyon programları olsun, onlar da gerçek olmasın zaten.

Turşunun iyisi limondan mı olur sirkeden mi oluru tartışalım.

Sadece feysbuk'tan yollanan oyun istekleriyle taciz edilelim. Sinirlendiğimiz tek şey patlamayan şekerler olsun.

Tek endişemiz milli takım bilmem ne finallerine kalacak mı olsun. Futbol dışındaki spor dallarına yeteri kadar destek verilmediğinden şikayet edelim. Maçlarda şike yapıldı mı yapılmadı mı bundan anlaşmazlığa düşelim.

Sadece Recep İvedik'e uyuz olalım, o da zaten sadece film olsun.

Bu ve bunun gibi başka bir sürü derdimiz olsun. Ama hepsi saçma sapan olsun. İncir çekirdeğini doldurmasın. Olsa da olsun, olmasa da olsun.

Yeter ki normalleşelim.

11 Ekim 2015 Pazar

Gelecekmiş!

Dün sabah erken uyandım. Güneşli bir gün.

Gazetemi aldım, güzel bir kahvaltı yaptım. Oraya mı gitsem buraya mı gitsem diye düşündüm durdum.

Bir taraftan da blog için zihinsel hazırlık yapıyorum, geçen hafta katıldığım eğitimi düşünüyorum. Konu Futurizm, geleceği hazırlamak, geleceğe hazırlanmak. Paylaşmak için çok değerli notlarım var.

Derken telefonumu elime alıyorum.

Gelecek anlamını yitiriyor.

Başbakan mı iç işleri bakanı mı artık hangisiyse açıklama yapmış. Güvenlik zafiyeti yokmuş.

Başkentin göbeğinde, MİT'in burnunun ucunda, günlerce önceden duyurulmuş bir miting alanında iki tane bomba patlıyor ama güvenlik zafiyeti yokmuş.

Güvenlik zafiyeti yok ne demek? Gerekli tüm önlemler alınmıştı mı demek? Bu bombalar için önlem almaya gerek duyulmadı mı demek? Bombalardan haberiniz yoktu mu demek? Ne olursa olsun iler tutar yanı yok.

Vicdansızlığınızın, basiretsizliğinizin, beceriksizliğinizin hesabını verin!

Bir vatandaş olarak, akla aykırı olmayan, sorumluluk içeren, gerçekçi açıklamalar bekliyorum. Sadece açıklama yetmez, parmağı olan, çanak tutan herkes hesap versin istiyorum.

Devlet devletliğini yapsın, en birinci vazifesini yerine getirsin. Vatandaşını korusun, geleceğimizi karartmasın.

7 Ekim 2015 Çarşamba

Feysbuk tipolojileri

Duyan da Mark Zuckerberg beni maaşa bağladı sanır ama feysbuk'uma laf söyletmem arkadaş. Daha önce de defalarca ifade ettiğim gibi feysbuk ve diğer sosyal medyayı seviyorum.

Nihayetinde eğlenceli bir mecra. Gülmelik, iyi vakit geçirmelik.

Amma velakin, bu sosyal medya şeysinden çok şey bekleyenler var. İşte benim gözlemlerime göre feysbuk tipolojileri:

1) Dünyayı feysbuk kurtaracakcılar: "Like" tuşu kurşun, "paylaş" tuşu top, klavye tüfeğidir bunların. Herkese ve her şeye atarlanabilirler. Amma illa da şuna bağlarlar:  "ülke bu kadar kötü günlerden geçerken bana ne senin gezip gördüğünden, yiyip içtiğinden".

2) Ben mutsuzum herkes mutsuz olsuncular: Bu gruptaki kullanıcıların diline pelesenk olmuştur "herkesler feysbuk'ta yaşamadığı hayatları paylaşıyor, herkes bu kadar mutlu mu sanki" Resmen haset bu ayol. Etmeyin. Kötü bi şey. Hiç kimse her zaman o kadar mutlu diil, ama insanların mutlu anlarını da sabote etmeyin. Feysbuk olmasa mutlu taklidi yapmayacak mıyız sanki?

3) Bana ne bana ne, beni beğen onu beğenmeciler: Al gülüm ver gülümcüler de diyebiliriz. Sizin onların kaç gönderisini beğendiğinizi ince ince hesaplayıp ona göre beğenirler. Beğen beni beğeneyim seni.

4)  Paylaş paylaş doyamayanlar: Kedi ve insan yavrusu fotoğraflarıyla, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla mealindeki özlü sözler başta olmak üzere dakikada 100 gönderi paylaşma kapasitesine sahip bir gruptur. Time line'ınıza neler yapabileceklerini düşünmek bile korkutucudur.

5) Zeki Müren de beni görecek miciler: Hep feysbuk'tadırlar ama hiç yokturlar. Pusuya yatmış gibi gizli gizli gözetlerler. O kadar. Başka hiç bir aksiyon yoktur.

5 Ekim 2015 Pazartesi

Varlığım varlığıma armağan olsun

Sakin Olmak kitabını özetledim dün. Alt tarafı 100 sayfalık bir kitapçık ama 100 ayrı yazı çıkartacak kadar düşüncelere sevk ediyor insanı.

Eskiden sonsuz bir olasılıklar deryası olduğunu sandığım yaşamın aslında o kadar da fazla seçenek sunmadığını, sunduklarını gerçekleştirmek içinse ne kadar az zamanım olduğunu anladığım kendi Quarterlifecrisis'imi, yani çeyrek yaş bunalımımı, yaklaşık bir on sene önce ifa ettim. Sağ çıktım.

Şimdi ise Midlifecrisis beni bekliyor. Biraz daha vardır umarım. Kendimce hazırlanmaya çalışıyorum. Kış hazırlıkları gibi turşu kurup salça yapmaya benzemiyor.

Hatalar yapıyorum mesela, çünkü hayatı yaparak öğreniyorum. Yaptığım için pişman olduğum çok şey var, ama iyi ki yapmışım dediklerim çok daha fazla. Hata yapma hakkımız elimizden alınamaz!

Bir süper kahraman olmak istiyorum, süper güçlerimi insanlığın iyiliği için kullanayım. Tamam yaaa beni bilen bilir, ara sıra kendi keyfim için de kullanırım. Ama ara sıra.

Ya da şöyle çok ünlü bir bilim insanı olayım, bir şey icat edeyim, adım tarihe altın harflerle yazılsın.

Gel gör ki ne süper güçlerim var ne de icat çıkaracak yaratıcılığım. Ben de iki satır yazı yazıyorum işte. Bu hayat hiç var olmamış gibi olmasın, en azından kayıt altına alınsın diye.

Eyyyy yıllar sonrasında bu satırları okuyan okur, ben vardım, bu dünyada bulundum, oksijen tükettim. Hiç de fena bir hayat geçirmedim, bana ayrılan sürenin tadını çıkardım. Sen de çıkar. (kendime not: blogger'ın uzun süre login yapılmayan hesaplarla ilgili politikası ne, dijital miras konusunu araştır)

Hayatta istediğim her şeyin olmayacağını ve o kadar da özel bir insan olmadığımı çoktan kavradım. Ama hak ettiklerimi istemekten hiç bir zaman vazgeçmedim. Vazgeçmeyeceğim.

Beni hak ettiğim şekilde mutlu eden şeyleri arayıp bulmaya, mutlu etmeyenleri de kendimden uzak tutmaya ya da içsel dünyamda kendimi onlardan uzaklaştırmaya devam edeceğim.

Bir filmin kahramanı olamasam da kendi hayatımın başrol oyuncusu olmak için elimden geleni yapacağım.

Ve bütün bunları yaparken sakin olmaya çalışacağım.

Varlığım varlığıma armağan olsun!

4 Ekim 2015 Pazar

Sakin Olmak

Yaş almaya, yaşlanmaya, geçip giden zamana kafa yormayan var mıdır? Peki, bunlara kafa yorarken paniğe kapılmayan var mıdır?

Yalnız değilsiniz, felsefeci Wilhelm Schmid de yormuş ve bu süreci sükunetle karşılamanın on adımını kaleme almış, bu adımlar da "Sakin Olmak - Yaşlanırken Kazandıklarımız" diye kitaplaştırılmış.

İşte bu on adım:

1) Yaşamın mevsimlerini anlamak ve kabullenmek: Her şeyi yapabileceğimize inandığımız ilk çeyrek, istediklerimizin ne kadarını yapabildiğimizi sorgulamaya başladığımız ikinci çeyrek, yaşamın olanaklarının azaldığını idrak ettiğimiz üçüncü çeyrek ve yaşanmış hayat üzerine düşünülen dördüncü çeyrek.

2) Yaşlılığın ve yaşlanmanın hususiyetlerine anlayış göstermek: Yaşamın başlangıcından itibaren geçtiğimiz gelişme aşamalarını, hem zihinsel hem fiziki olarak tersine doğru yeniden katedeceğimizi anlayıp ve kabul edin.

3) Yaşamı kolaylaştıran alışkanlıklara sahip olmak: Sıkıcı olmaktan korkmadan kendinizi alışkanlıkların güvenli kollarına bırakın.

4) Hazların ve mutluluğun tadına varmak: Son defanın ne zaman olacağı bir belirsizlikken, küçük mutluluklar sonsuz defa tadılamayacaklarının bilinciyle daha hoşa gider, tadını çıkarın.

5) Ağrılar ve mutsuzlukla baş etmek: Küçük dertlerle ve büyük sorunlarla başa çıkmak için kabullenme kuvvetinizi arttırın.

6) Yakınlık hissetmek için temas kurmak: Dokunarak, bir resme bakarak, müzik dinleyerek kurulacak duyusal temasın yanı sıra dostluk ve sevecenlikle kurulacak ruhsal temas ile okuyarak kurulacak zihinsel teması da ihmal etmeyin.

7) Sevgi ve arkadaşlık: Hayatınızı paylaştığınız insan ve arkadaşlarla sahip olmak önemli değerini bilin. Ancak şu bakış açısı da üstünde düşünmeye değer: "Medeni düşmanlık"a da hak ettiği saygıyı gösterin. O düşmanlarımız sayesinde değil midir ki gerçek dostluk ve sevginin değerini biliriz.

8) Kendini dinlemek: Kendi kendinize hayatınızın hesabını vermek, yanlış giden nelerde payımız vardı, neler bizim dışımızda yanlış gitti kafa yorun ama sonunda başarısızlıkların da kıymetini bilin.

9) Ölümle ilişki kurmak: Ölümün "yaşamı değerli kılan sınırı çizdiğini kabul ederek" yaşama anlam veren yanını görüp takdir edin.

10) Ölümden sonra yaşama inanmak: Ölümden sonra yaşama inanmak üzerinizdeki "tek yaşam" dan çok şey bekleme stresini azaltacaktır. İnanmıyorsanız da o "tek yaşam"ın güzel bir yaşam olduğunu düşünerek sevinebilirsiniz.

Bu on adıma bir adım da ben ekliyorum, çevrenizi sizi mutlu eden, mutluluğunuzu önemseyen insanlarla doldurun. Bu vesileyle bana bu kitabı hediye eden arkadaşım T'ye de huzurlarınızda teşekkürlerimi sunmak isterim.