30 Nisan 2014 Çarşamba

Roma - 2. gün 1. bölüm

Roma'da ilk günümüzü plana sadık kalarak tamamlamanın verdiği huzur ve yorgunlukla mışıl mışıl uyuduktan sonra sabah yine düştük yollara.

Bugünkü planımız (ki günlük planımız için buraya bir tık) antik Roma, ama öncesinde bir kilise var.

Bu kilise ziyareti daha önce hiç yaşamadığımız bir deneyime sebep oldu. Şöyle ki biz en önlerde kenardaki sıralardan birine oturmuş kilisenin içini incelerken bir anda orglar, flütler eşliğinde ilahiler, dualar başladı. Biz de herkesle beraber ayağa kalktık. Buhurdanlığı taşıyan görevli ve diğer rahipler koridordan ilerleyerek yerlerini almaya başladı.

Bizse o anda o kadar öndeydik ki, çıkışa doğru ilerlesek saygısızlık olacağını düşünerek olduğumuz yerde kaldık. Böylece özellikle ayarlamış olmasak da pazar ayinine katılmış olduk.

O güne kadar sadece filmlerde gördüğüm bir törenin içinde olmak değişik bir deneyimdi.

Kilisenin ruhani ortamında koronun bir anda ilahileri söylemeye başlaması tüylerimi ürpertti ve çok etkilendim. Umarım bu satırları yazarak kimsenin manevi değerlerine saygısızlık etmiyorumdur ancak dediğim gibi daha önce tanık olmadığım bir seremoninin içinde yer almak beni heyecanlandırdı.

Bir süre kaldıktan sonra kenardan sessizce çıkışa doğru ilerledik fakat tekrar söylüyorum ki hiç unutmayacağım bir deneyim oldu bu.

Kiliseden çıktıktan sonra planımız doğrultusunda tekrar yollara düştük. Hesapta
Nero' nun evi olan ve altın ev anlamına gelen Domus Aurea' ya gideceğiz. Ama ne oldu? Burayı bulamadık. Hayır, benim açımdan şaşırtıcı bir şey yok, zira oryantiring maceralarımızda sürekli kaybolarak harita okuma konusundaki sicilimi ortaya sermişim. (Öyle yolunu şaşırmak falan değil, resmen ormanda kaybolup ağlamışlığım da vardır, merak eden böyle buyursun)

Ama yön bulma duygularına toz kondurmayan, oryantiringde derece falan yaptı diye bana hava atan beyimin sicilinde kara bir lekedir bu. O utansın. 

Neyse, ikinci hedefimizi ararken kendimizi üçüncü hedefimiz olan bir başka kilisede bulduk. Buradan çıkışta ise tamamen farklı bir planımız olmasına rağmen kendimizi Kolezyum'a giden caddede buluverdik. Mucize gibi. Yok mucize değil sihir bu sihir.

Bak bir daha söylüyorum, bu gün beyimin yön bulma becerileri açısından tarihe kara bir leke olarak geçecek, hatta geçti bile.

Neyse, dedik, iki yeri de eksik görelim bari, madem geldik Kolezyum'a girelim. Hadi dürüst olayım: o anda hiç bu kadar olgun ve soğukkanlı değildik. "Senin yüzünden yolu kaybettik, yok senin yüzünden, ben sana demiştim yanlış caddedeyiz diye, madem dedin yolu değiştirseydin ya, sen biliyorum diyorsun ya" şeklinde bir çok dır dır ve vır vır'ın ardından, "amaaaaan iki yeri de eksik görelim bari, madem geldik Kolezyum'a girelim" dedik.

Kolezyum'a giden cadde trafiğe kapalı, çeşitli sokak sanatçılarının gösterilerine ev sahipliği yapan eğlenceli bir yer. Bir de sanırım günün anlam ve öneminden dolayı (o gün Paskalya Bayramı'ydı) meydana kurulan dev ekranda Vatikan'dan yayın yapılıyordu. Bir süre izledik ancak İtalyanca konuşmalardan anlamadığımız için yolumuza devam ettik.

Caddeden bahsediyordum, mesela şöyle enteresan bir gösteri yapan bir amca vardı:


Daha sonra otururken bu amcanın nasıl böyle durduğu hakkında istişarelerde bulunduk elbette, beycağzım hemen bana mekanizmayı çiziverdi. İnsanın mühendis beyi olması pek güzel bir şey yahu, hiç bir sorusu cevapsız kalmıyor, bilmiyorsa da bir cevap uyduruveriyor.

Neyse konuyu dağıttım, toparlıyorum. Biz böyle sağa sola bakına bakına Kolezyum'un önüne vardık. Yine uzuuuuuun bir kuyruk, ancak benim üstüne organizasyon becerilerim sayesinde önceden almış olduğum biletleri kullanmak suretiyle sıra falan beklemeden içeri giriverdik. Bu sefer rehberli tur almak yerine audioguide aldık. İkisi arasında pek fiyat farkı yok açıkçası, biz tamamen tembellikten, kendimizi audiguide kiralama gişesi önünde bulduğumuz için audioguide aldık. Ama şimdi düşünüyorum da keşke rehberli tura katılsaydık.

Nihayet biletti, rehberdi derken her şey tamam, Kolezyum'u gezmeye hazırız.

Ama yazı da uzadı. Şimdilik burada kesiyorum, arkası yarın.

29 Nisan 2014 Salı

Roma - 1. gün 3. bölüm

Ben böyle bir günü 3 parçada yazarsam bu Roma seyahati bitmez, ama napalım. Seçmeme rağmen yazacak çok şey var.

Dün Vatikan Müzeleri ve Sistine Şapeli ziyaretimizi yazmıştım. Sanat falan güzel de insan acıkıyor yahu. Yine meydana nazır kafelerden birinde Dolce Vita keyfi yaptık.

Karnımızı doyurduktan sonra günün ikinci durağı Castel Sant'Angelo'ya yollandık. Ancak sabahki erken uçuşumuz sebebiyle geceden kalan uykusuzluk ve Vatikan'daki 3 saatlik turun bizi hayli yormuş olması nedeniyle bu kaleyi oldukça hızlı gezdik. Güzel bir manzarası olan büyük bir kale.  Manzara dışında aklımda kalan pek bir şey yok. Ama kale manzaralı selfie'mizi sizinle de paylaşayım.


Günün finalini ise Alfredo Fettucini'nin mucidi Alfredo Restoran'da yaptık. Benim gibi bir makarna hastasının (bıraksam her gün makarna yerim, yine bıkmam) teeee Roma'lara gidip de Alfredo'ya gitmemesi eşyanın tabiatına aykırı.

Gitmeden önce rezervasyon da yaptırmıştım zaten. Rezervasyon saatimizden yarım saat kadar erken gittiğimiz restoranda bizden başka kimse yoktu, ama yarım saat sonra dolmaya başladı.

Duvarlarda yüzlerce çerçevede, değişik ülkelerden ünlü şahsiyetlerin resimleri, imzaları. Ben de bir imza bırakmak isterdim, lakin talep gelmedi.

Türkiye'den bir imza vardı ama. Uzaktan görebildim, tam emin olamadım fakat imzadaki ismi Fuat Köprülü gibi okudum. Gerçi şimdi emin değilim, ama giden olursa baksın bana da söylerse sevinirim.


Ben tabii ki de fettucini yedim, internette yazan her şey doğru, gerçekten ağır bir lezzet. Yarısını yiyebildim. Zaten yorgunluktan da yemeğin hakkını tam veremedik.

Otele dönerken birer dondurma yiyelim dedik. Resmen kazıklandık. Hayatımın en pahallı dondurmasını yedim sanırım. Napalım, turistin kaderi bu. Ama dondurma güzeldi be ya.

Yorgun ama karnımız tok bir şekilde ilk günümüzü noktaladık. Bu arada belirtmeden geçemiycem adım sayım 26.000 küsürdü.

Arkası yarın.

28 Nisan 2014 Pazartesi

Roma - 1. gün 2. bölüm

Roma'da ilk günümüzün birinci kısmını burada yazdım. Şimdi gelelim günün kalanına.

Önceden aldığımız rehberli turumuzun buluşma saatinde müzeye vardık. Bütün tarihi yerler için geçerlidir bu durum ama özellikle Vatikan Müzesi için tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum, rehberle gezmek şart. Aksi takdirde, eğer bir sanat tarihçisi değilsen boş boş taşlara, resimlere bakıp duruyorsun.

Daha önce adresini verdiğim Vatikan'ın resmi sitesindeki bilet satışlarında değişik kapsamda turlar var. Biz aslında Müze-Sistine Şapeli-St Pietro Bazilikası'nı içeren turu almak istedik ancak yer olmadığı için sadece Müze ve Şapeli içeren turu alabildik. Bu da 3 saatlik bir turdu.

Rehberimiz Japon'du, ve diğer gruplarda da çok sayıda Japon rehber vardı. Şaşırdım doğrusu, Japonları genelde turist olarak görmeye alışığım ne de olsa. Meğer Sistine Şapeli' nde yer alan Michelangelo'nun ünlü Mahşer Günü tablosunun temizliğini bir Japon tv kanalı finanse etmiş, rehberlerin bununla ilgisi olabilir diye düşünüyorum.

Neyse, müze ve şapele dönelim... Çok çok çok büyük, çok çok çok heykel, resim, fresk, goblen var. Hafızamda yer eden bir kaç konuda bahsedeyim.

Mesela en aklımda kalan resimler Michelangelo'nun Mahşer Günü ile Raphael'in Atina Okulu idi.

Rehberimizden öğrendiğim bu ikilinin arasındaki ezeli rekabeti de hemen yazayım da azıcık havam olsun.

Efendim, Michelangelo Sistine Şapeli'nin tavanını boyarken iş bitene kadar kimsenin görmesine izin vermemiş. Ama iş de öyle bir kaç günlük bir şey değil. Tam 4 yıl sürmüş. Bu süre zarfında bir dönem Roma'yı terk edip Floransa'ya gitmiş. Onun yokluğunda şapelin mimarı, Raphael'i içeri sokup Michelangelo'nun henüz tamamlanmamış işini göstermiş.

Raphael de yaptığı Atina Okulu resmine, genel kompozisyondan farklı bir figür koymuş. Roma'ya dönen Michelangelo Raphael'in henüz bitmemiş eserini gördüğünü öğrenip hem de kendi çizim tekniğini kullandığı bir figürü eserine yerleştirdiğini görünce küplere binmiş ve Raphael'i taklitçilikle suçlamış.

Raphael'in cevabı ise pek cool olmuş "bu taklit değil, meydan okuma, ben bu figürle istersem senin gibi çizebileceğimi ama çizmeyi tercih etmediğimi kanıtlıyorum" demiş.

Çok cool.

Bu arada Michelangelo da en az onun kadar karizmatikmiş, Papa'ya haddini bildirmiş. Mahşer Günü tablosunu yaparken Papa resimdeki figürleri müstehcen bulmuş ve daha edepli çizmesi için Michelangelo'ya haber yollamış. Üstat cevabı yapıştırmış "benim resimlerim dünyadaki hayatı yansıtıyor, düzeltmek kolay, Papa ise kendi işine baksın ve hayattaki edepsizlikleri düzeltsin, benim resimlerim de kendiliğinden düzelecektir"

Bayılıyorum böyle otoriteye eyvallahı olmayan insanlara.

Müzede ilgimi çeken resimlerden bir diğeri de aşağıda.




İki açıdan çekilmiş foto koydum, hem sağdan hem soldan. Bilerek, hata yok yani.

Şimdi bu resmin ressamını hatırlamıyorum ama ilginç olan şey şu. Bu resimde kullanılan teknik sayesinde resme sağdan da baksanız soldan da baksanız masayı hep aynı açıdan görüyorsunuz. Fotolara bu gözle bakın, diğer figürlerin açıları değişiyor ama masa hep aynı açıda. Maalesef bu tekniğin adını da bilmiyorum. Aklımda bu kadarını tutabildim.

Elbette Avrupa'ya sirayet etmiş Türk düşmanlığının burada karşımıza çıkmaması imkansızdı. Müzede bir oda Sobieski Room diye anılıyor. Bu odada tek ve çok büyük bir yağlı boya resim var. Bu resim tüm müzede kanvas üstüne yağlı boya (ne demek bilmiyorum) olan tek resimmiş. Polonyalı bir sanatçı tarafından yapılmış ve Polonya devleti yeteri kadar sanatsal değeri olmadığı için resmi almamış. Bunun üzerine resmi Vatikan alıp sergilemeye başlamış. Pekiiiii bilin bakalım resmin konusu ne? Türkerin 1683 yılında Viyana'da yenilip Avrupa'dan tamamen kovulmaları.

Sistine Şapeli'nden aklımda kalan bir başka eser ise Adem'in Yaradılışı idi. Benim sanat tarihi bilgim yok, beyimin de. Dolayısıyla bu resmin sanatsal açıdan önemini rehberimiz sayesinde öğrendik. Adem'in Tanrı ile aynı fiziksel yapıda resmedilmesi, Tanrı'nın arkasındaki kırmızı pelerinin beyin kesitini andırması nedeniyle bunun insana verilen akıl ve özgür iradeyi temsil ediyor olması gibi konuları öğrendik, bilgimiz kültürümüz arttı.

Meşhur merdivenlerinin fotoğrafıyla müze gezisini noktalıyorum. Arkası yarın...

27 Nisan 2014 Pazar

Roma - 1. gün 1. bölüm

Roma gezisi için detaylı programımı sosyal medyanın hizmetine sunmuştum, dileyenler buraya bir tıkla ulaşabilir.

İnternette roma gezisiyle ilgili bir araştırma yaparsanız bir çok sitede Roma Pass diye bir kartın önerildiğini göreceksiniz. 2 veya 3 günlük seçenekleri olan bu kartla şehir içinde tüm toplu ulaşım araçlarına ücretsiz binebiliyor, ilk iki müzeye ücretsiz girebiliyor, sonraki müze girişlerinde ise değişik oranlarda indirim alabiliyor ve uzun kuyruklarda beklemekten kurtulabiliyorsunuz.

Ancak dikkat edilmesi gereken iki husus var. Birincisi havaalanı-şehir-havaalanı transferleri ücretsiz ulaşım kapsamında değil. İkincisi ise Roma Pass'in geçerli olduğu müzeleri inceleyip bunlardan hangilerini ziyaret edeceğiniz önceden belirlemeniz gerekiyor.

Mesela, bizim programımızda yer alan müze/tarihi alanlar içinde Roma Pass'in geçerli olduğu yerler Castel Sant'Angelo, Kolezyum, Roman Forum, Trajan's Market idi. Daha sonra da bahsedeceğim ama Trajan's Market'e vaktimiz yetmedi. Gezi rotamız da yürüme üzerine kurulu olduğundan (ki kişisel fikrim Roma'da kesinlikle yürüyerek gezilmeli) Roma Pass bizim için uygun bir seçenek olmadı. Kuyruk işlerini de önceden internet üzerinden aldığımız rezervasyonlu biletlerle hallettik. Bu biletleri önceden almak için gereken web adreslerini de önceki yazımda belirttim.

Gelelim bizim bu programı nasıl uyguladığımıza...

Sabah otele çantalarımız bırakıp kendimizi sokaklara attık, öncelikle karnımızı doyurmak için Repubblica Meydanı'na nazır bir kafede Roma usulü keyif yaptık. Yiyip içtiklerimiz aman aman çok leziz şeyler değildi ama meydanı izleyerek "a la Roman" keyfi yapmak çok hoşumuza gitti. (gerçekte böyle bir tabir olmayabilir, kulağıma hoş geldi yazdım, ukelalık yapmayın yani). Ooooooh Dolce Vita!

Vatikan'a gitmek üzere metroya bindiğimizde ise bizi neyin beklediğini tahmin etmekte hiç zorlanmadık. Zira metroya binemedik sıkıştık resmen, nasıl bir kalabalık anlatamam. Saat 11 civarı metrodan indik ve önceden aldığımız rezervasyonlu biletlerimize göre yaklaşık 1,5 saat zamanımız vardı. St Pietro Meydanı'nı görmek ve bazilikayı gezmek umuduyla harekete geçtik ancak ne yağan yağmur nedeniyle meydanın tadını çıkarabildik ne de meydanın büyük kısmını kaplayan bazilika kuyruğuna girmeyi göze alabildik.

Gitmeden önce yaptığımız araştırmalarda meydanı çevreleyen iki yarım dairenin her birinde arka arkaya 3 sıra şeklinde yer alan sütunların tek bir sütunmuş gibi göründüğü ve bunun bir mimari/mühendislik harikası oluğunu okumuştuk.

Dikildik meydanda, sütunlara bakıyoz, tamam iki - üç sırayı tek sütunmuş gibi görebiliyoruz ama diğerlerinin arkasından sütunlar görünüyor. Beyime de anlatamıyorum, diyorum ki "bu mu mucize, eninde sonunda bir noktadan baktığında bazıları hizada görünecek, bu mu harika". "E böyle işte" diyor o da. Neyse dedik, yağmur da yağıyor, bunu da anlamayıverelim.

Meğer, 2 gün sonra bazilikayı ziyarete gittiğimizde gördük ki, bunun için işaretlenmiş nokta var. Gerçekten de bu noktanın üzerinde durup baktığınızda tüm sütunlar tek hizada duruyor. Harika olan buymuş. Fotoyu koydum aşağıya, sütunlar ilkinde hizasız, ikincide hizalı hali ile, açı aynı değil ama ana fikri almışsınızdır.



Meydanda hemencik selfie'mizi çektikten sonra bazilikayı da daha sonraki günlerde ziyaret etmek üzere müzeye doğru yollandık.

Metro çıkışının olduğu meydana kadar uzayan kuyruğu takip ederek Vatikan Müzeleri'ni bulmak ise hiç zor olmadı. Google maps'ten ölçtüğüme göre yaklaşık 1 km kuyruk vardı. Normal şartlar altında Vatikan zaten kalabalık oluyormuş ancak bizim gittiğimiz günün ertesi Paskalya Bayramı olması nedeniyle müze kapalıydı. Pazartesi günleri de kapalı olan müzenin 3 günlük ziyaretçileri tek güne kalınca yoğunluk her zamankinden fazlaymış, rehberimiz de böyle söyledi.

Bu kısım oldukça uzadı, arkası yarın.

26 Nisan 2014 Cumartesi

4 Günlük Roma Gezi Programı

Başlıkta 4 günlük yazdıysam da aslında detaylandırılmış program 3 günü içeriyor. 4. günü yetiştiremediğimiz ya da tekrar görmek istediğimiz yerler olursa diye joker olarak ayırmıştık, bu nedenle son gün emprovize oldu.

Daha önceden Roma'yı görmüş arkadaşlarımdan aldığım yorumlar ve internet araştırmalarım neticesinde günlük programları hazırladım, bunları optimum yürüyüş rotasında sıraya dizdim, müzelerin kapalı olduğu günleri araştırarak gün sıralamalarını yaptım, yani çok çalıştım, çooook. Ve tüm çalışmalarımın sonucu olan aşağıdaki tabloları amme hizmeti olarak internet alemine sunuyorum, hayırlı uğurlu olsun.

Araştırmalarım sırasında ulaştığım bilgileri aldığım web adreslerini yanlarında yazdım, ancak aşağıda yer alanlar dışında bir yer hakkında bilgi edinmek isterseniz şayet, benim bulduğum en iyi site http://www.rome.info/ idi, bu siteyi tavsiye ederim.

Neyse lafı fazla uzatmadan programa geçelim, her şeyin başı plan, her şeyin başı program.

1. gün:

1
St Pietro Meydanı
Metrodan Ottaviano istasyonunda inip yaklaşık 10 dk yürüme
2
Vatikan Müzeleri
Ziyaret tarih ve saatleri http://mv.vatican.va/3_EN/pages/z-Info/MV_Info_Orari.html adresinde. Online bilet almak için adres ise  http://biglietteriamusei.vatican.va/musei/tickets/do  
3
Sistine Şapeli
4
St Pietro Bazilikası
5
Castel Sant’Angelo
Opening hours: April-September 9am-7pm. Adults €8, Reduced ticket €6. (last admission 1hr before closing time), closed on public holidays. Gerekli bilgiler http://www.rome.info/vatican/castel-sant-angelo/ adresinde.
6
Alfredo  Alla Scorfa
Fettucini Alfredo’nun mucidi. Gitmeden önce rezervasyon faydalı. Adres http://www.alfredoallascrofa.com/en/
 
 2. gün programı aşağıda. Bu güzergahı haritada yerleştirdim, buradan ulaşabilirsiniz. Yalnız benim kullandığım google maps versiyonu 10'dan fazla hedef almadığı için tüm noktaları yerleştiremedim, rotayı görmeniz için ana noktaları koydum.

1
Santa Maria Maggiore

2
Domus Aurea

3
San Giovanni in Laterano (basilica of st john lateran)

4
Caracalla Baths

5
Circus Maximus

6
Kolezyum
7
Arch of Constantine
Hepsi bir arada yürüyüş rotasında
8
Arch of Titus
9
Palatino Tepesi
10
Roman Forum
Kolezyum için bilet alırken bir arada alınıyor
11
Piazza del Campidoglio

12
Vittorio Emmanuel

13
Trajan's Coloumn

14
Trajan's Market
http://en.mercatiditraiano.it/ adresinde bilgiler var.
15
Piazza Venezia


3. gün programı aşağıda, yürüyüş haritası da burada.

1
Campo de’Fiori
Sabahtan pazar kuruluyor, 14:00’te toplanıyor
2
St Maria Sopra Minerva

3
Panteon

4
Trevi Çeşmesi

5
Piazza Colonna

6
Via del Corso
Dondurmacı Giolitti
7
Via dei Condotti
Cafe Greko
8
İspanyol Merdivenleri

9
Fiumi Çeşmesi

10
Piazza Navona


4. gün ise dediğim gibi program olmadan, doğaçlama şekilde sabah Villa Borghese parkını gezip, sabah keyfimizi ifa ettikten sonra Getto bölgesine gittik. Buradaki sinagog ve Yahudi Müzesi'ni kapalı olduğu için gezemedik ama sokaklarda bol bol dolaştık.

Peki biz bu programı nasıl uyguladık?

Arkası yarın.

Gittim, gördüm, geldim - Roma

Eveeetttt, sağ salim Roma'ya gittik, geldik.

Ne gidiş, ne dönüş uçağımızı kaçırmadık. Bu konuda hayli endişeliydim, merak edenler buradan okuyabilir.

Gezi programımıza uyduk, bunun da tüm detaylarını paylaşacağım, benim gibi planlı gezginlerin işine yarayabilir.

Pek eğlendik, çok etkilendik, ziyadesiyle yorulduk. Dile kolay, dört günde yaklaşık 85 km yol yürüdük. Ama her bir adıma değdi.

Bütün detayları yazacağım, hepsi sırayla...

Cumartesi sabahı gidip, çarşamba sabahı döndük, yani dolu dolu dört günümüz vardı. Üstün planlama yeteneğim sayesinde programımız hazırdı. Birinci gün Vatikan ve civarı, ikinci gün Kolezyum ve civarı, üçüncü gün meydanlar, Aşk Çeşmesi, İspanyol Merdivenleri gibi sokak gezileri, dördüncü gün ise serbest zaman.

Eeeee her turda serbest zaman var da benim organizasyonumda olmayacak mıydı. Tur operatörlerinden neyim eksik.

Buraya bir parantez açayım: 3 gün de yetermiş aslında, bizim vaktimiz vardı dördüncü günü de değerlendirdik ama olmasaydı da olurmuş.Parantezi kapattım.

Konaklama için tercihimizi en hesaplı seçenekten yana kullandık. Lokasyon olarak merkezi denebilecek bir konumda, temiz ama hiç bir lüksü olmayan bir pansiyonda kaldık. Bu seçimimizden de memnun kaldık, zira sabah uyanır uyanmaz odayı terk edip, gece yatmaya geldiğimiz için temiz ve rahat yataklar ile temiz bir banyo tüm ihtiyacımızı karşıladı.

Cumartesi sabahı uçaktan inip uzun bir sıranın ardından pasaport kontrolünden geçtikten sonra Leonardo Express denilen trenle Termini istasyonuna gittik. Bilet fiyatı bir kişi için 14 euro idi ve yolculuk 45 dakika sürdü. Daha önce otelle mailleşmelerimiz sonucu aldığımız yol tarifi ve beyimin google earth marifetiyle bastığı haritalar sayesinde istasyondan otele doğru yola koyulduk.

Şehre ulaşım için diğer seçenekler ise taksi ve otobüs. Taksiler havaalanından şehir merkezine sabit 48 euro'ya gidiyor; otobüs ise 4 euro idi. Otobüsün de varış noktası Termini, ancak yolculuk süresinden emin olamadığımızdan ve aynı gün saat 12 için Vatikan'a biletlerimiz olduğundan risk almak istemeyerek treni tercih ettik. Bizim gibi saat bağımlılığı olmayanlara otobüsü tavsiye ederim. Nitekim dönüşümüzde Termini'den havaalanına otobüsle gittik, konfor açısından trenden hiç bir farkı yoktu. Sabah erken saat olduğu için trafik falan da yoktu ve yolculuk tam 45 dakika sürdü.

Oh nihayet otele varabildik, arkası yarın.

17 Nisan 2014 Perşembe

Seyahat hazırlıkları

Ay bu aralar iyice boşladım burayı, farkındayım, kimsenin bir şey söylemesine gerek yok.

Birinci sebep şu ki bu aralar gerçekten de anlatmaya değecek enteresan bir şeyler yok.

Okuduğum kitaplar var aslında, beni fena sardı, fantastik bir üçleme. İkincideyim şu anda, üçünü de bitireyim de öyle yazacağım. Azıcık meraklanın sizler de.

Ama bunun dışında hayat feci rutin, iş-spor-ev üçgeninde. Tabi bir de harıl harıl yaptığım bir çalışma var. Cumartesi sabahı Roma'ya gidiyoruz beyimle inşallah. Ben de harıl harıl bu seyahate hazırlanıyorum.

Hesapta beycağzım gezi programını yaptı. Girmiş internete, görülecek yerler diye aratıp karşısına çıkan her şeyi alt alta yazmış getirdi.

İyi de bu işin planlaması ne olacak? Bana kaldı tabi. Hangi yerler hangi sırayla gezilecek, en uygun rota hangisi, nerede ne yenecek, hangi müze hangi gün kapalı, rezervasyonlar, online bilet almalar falan onun için gereksiz teferruat. Kaç gecedir uykusuz kaldım planı oluşturacağım diye ama pek güzel bir program yaptım.

Bu sefer de beyimiz buyurdu, öyle çok yürüyemezmiş, her yeri de görmeyelimmiş vs vs. "Valla" dedim "benim program hazır, ister bana takılırsın, ister ayrı takılırız, bana uyar". Resti çektim yani. Zaten tam da böyle olacağını bildiğim için özellikle turla gitmek istedim ki ikimizin de uymak zorunda olacağı tarafsız bir program olsun. Ama bize uygun tur bulamadık, uçaktı, oteldi kendimiz ayarladık.

Bu arada uçak da ayrı bir hikaye. Biz 2 ay önceden biletlerimizi aldık. Oh oh ne güzel diyoruz, her şey hazır. derken 1 ay kadar önce bir sms "uçuşunuz iptal olmuştur, sizi akşam uçağına aldık". O saatte gidersek gece 9 civarı otele varacağız, gitti koca bir gün. Hemen aradım da sabah uçağına aldılar bizi. Ama sabah gerçekten sabah, uçak 6'da. Neyse, yapacak bir şey yok.

Derken geçtiğimiz pazar bir telefon, numara yurt dışı belli. "Alo" dedim, karşımda ingilizce konuşan bir abla. Diyor ki Roma-İstanbul uçuşunuzun saati değişti, bilgi vermek için arıyorum. "Hay Allah" dedim içimden "ya dönemeyeceğiz ya da çok erken dönmek zorunda kalacağız."

Buyur bacım dedim, söyle. Dedi ki uçuşunuz 5 dakika erken alındı.

İlk aklıma gelen kesin yanlış anladım düşüncesi oldu, 5 saat falan kastediyor herhalde. Tekrarlattım, bir daha, bir daha tekrarlattım. Yok, doğru anlamışım. Sonra dedim ki biri kesin dalga geçiyor. Lakin abla profesyonel bir şekilde uçuş numarasını falan söyledi. Ben de teşekkür edip telefonu kapattım. Ama içime kurt düştü tabi, hemen beni arayan numarayı arattırdım internetten, hava yolu şirketine ait.

Bizim bilete verdiğimiz paralar nereye gidiyor belli, adamlar uçak saati 5 dakika öne alındı diye 15 dakikalık uluslararası arama yapıyor.

Len bana ulaşamasaydı bunlar, ben de uçağı kaçırıp "saati değişmiş ondan kaçırdım" diye dava açsaydım yüklü bir tazminata konup hayatım kurtulur muydu ki? Olur mu olur valla, orası evropa. Kaçtı gül gibi fırsat, neyse artık bir daha yurt dışından falan aranırsam zinhar açmam telefonu.

Allahım ne olur şu seyahati kazasız belasız atlatalım.

14 Nisan 2014 Pazartesi

Şekerlerim ve ıssız ada zevkim engellenemez!

Bu aralar bende bir yorgunluk, bir boş vermişlik anacım hiç sormayın. Bahardan mı desem, işten güçten kafayı kaldıramamak mı desem bilemedim.

Günler çok hızlı geçiyor bir kere, ilgili makamı bulsam hemen dilekçe verecem "bir günün 26 saate çıkarılmasını talep ediyorum" deyu...

Büyük bir disiplin içinde 4 yıldır devam ettirdiğim spor hayatımı bile güç bela rayında tutabiliyorum. Kendimi de ihbar ediyorum buradan, bugün gitmedim spora, geçen hafta aksatmamıştım amma önceki hafta da bir gün astım, bir gün de işim çıktığı için gidemedim.

Bak mesela yayınlandığı günden beri bir bölümünü dahi sektirmediğim Hürrem'i bile geçen hafta yarım gözle takip edebildim. Keyiften değil tabii ki, zorunluluktan.

Düzen sarsılıyor anacım, acilen toparlanmam gerek.

Bu koşuşturmacanın arasında bazen sadece ve sadece şeker patlatıp Survivor seyretmek istiyorum.

İşte dananın kuyruğu da burada kopuyor. Benim tüm çevrem Nobel ödüllü bilim insanlarından oluştuğundan benim bu şeker patlatma ve Survivor sevgim yerden yere vuruluyor efendim. Yok bu boş işlere neden zaman ayırıyormuşum, başka işim mi yokmuş, zaten Türk halkı da böyleymiş, o Survivor'dan başka izleyecek bir şey mi bulamıyormuşum, bu programlar benim de dahil olduğum Türk halkını aptallaştırıyormuş, vır vır da dır dır.

Ülen ben kafamı boşaltmak için iki şeker patlatıp, bir ıssız ada seyrediyorum amanin de nelere sebep oluyormuşum.

Hadi ben gönüllü aptallaşıyorum da güzel kardeşim benim ıssız ada maceralarını seyrettiğim sürede sen sivil anayasayı mı yazıyorsun, nükleer fizik mi hatmediyorsun?

Bi git Allah aşkına yaaaa...

8 Nisan 2014 Salı

Değişik bir İstanbul turu

Dün bahsettigim Kariye Müzesi gezimizden sonraki istikametimiz Süleymaniye Camii civarına gidip kurufasulye yemekti.

Mimari ve tarihsel olarak bu kadar önemli bir yapıya kadar gidip kurufasulye düşünmemizi ne kadar ayıplarsanız ayıplayın umrumda değil, önce karnım doyacak benim arkadaş.

Neyse, Kariye'den çıktık ve hem yürüyüş hem de çevremizi tanıyalım amacıyla Süleymaniye istikametine yürümeye başladık.

Yol üzerinde geçtiğimiz bazı muhitler arasında meşhur Fatih Çarşamba da vardı. Bu konuyla ilgili sadece şunu söyleyeceğim eğer orası İstanbul'sa biz nerede yaşıyoruz, eğer biz İstanbul'da yaşıyorsak orası neresi?

Yemin ediyorum belli bir mıntıka boyunca yolda başı açık yürüyen tek kadın bendim. Başının açıklığını geçtim tüm kadınlar kara çarşaflı, tüm erkekler de cübbe ve çember sakallıydı. Dükkanların tabelaları dahi Arapça'ydı. Hatta bazı dükkanlara Türkçe tabela koymaya zahmet dahi etmemişler.

Cumartesi günü hem sıcaktı hem de yürümek hararetimi arttırdı. Susuzluktan öldüm ama inatla o bölgeden su almadım. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde şeriat düzeni kurmaya çalışanlara 1 kuruş dahi kazandırmak istemedim doğrusu.

Neyse, bu vesileyle muhafazakar kesimin kafeler sokağı denen At Pazarı Meydanı'nı da görmüş oldum. Daha büyük bir meydan bekliyordum açıkçası, ama küçükmüş. Sağlı sollu bir çok nargile kafenin çevrelediği bir meydanmış, gördüm eksik kalmadım.

Buradan yürüyüşümüze devam edip, bir ara kaybolarak Macar Kardeşler Caddesi, Kıztaşı, Haşim İşcan, tekrar Macar Kardeşler ve başka caddeleri takip ederek Süleymaniye Camii'ne geldik. Hemen kendimizi bir kurufasulyeciye atıp güzelce karnımızı doyurduk. Oraya kadar gelmişken camiyi de gezmeye niyetlendiysek de yorgunluk ve yemeğin verdiği ağırlıkla bu planı gerçekleştiremedik. Ama dönüş yolumuzu Mimar Sinan türbesinden geçirip ruhuna birer fatiha okuduk.

Sonra da yürüyerek Eminönü'ne inip dönüş yoluna geçmeye karar verdik. Tahtakale' ye gelince hem gezmek hem de biraz alışveriş niyetiyle Mısır Çarşısı'na yöneldik ve hayatımda ilk defa kalabalıktan hareket edemez duruma geldim. Beyimin dediğine göre maç çıkışı bile böyle olmuyormuş.

Çarşıya giden yol beklendiği üzere hayli kalabalıktı fakat ilerledikçe kalabalık öyle bir arttı ki, bir noktada eminim ki ayaklarım yerden kesilmiş olsaydı dahi düşmeden havada durabilirdim. Evet ruhumda  kanatlarım falan var ama asıl sebep kalabalık. Bir ara ileri, geri, sağa, sola hiç bir yöne gidemez olduk, bir on dakika falan öylece kaldık. Sonra kalabalık kendiliğinden hareket etmeye başladı, biz de sürüklenip kendimizi güç bela çarşıya attık. O hengameden sonra kalabalık çarşı bile bize arena gibi ferah geldi vallahi.

Günlük planımızın son aşamasında bir yerlerde oturup yorgunluk birası içmek olsa da bu kısmı pas geçip istirahat etmek üzere doğruca eve gittik. Gündüz uykusu gibi bir alışkanlığım olmamasına rağmen eve girer girmez yatıp 2 saat boyunca o kadar derin derin uyumuşum.

Akşam dinlenmiş olarak güzel bir yemek yiyerek günü bitirdik. Günün sonunda benim adım sayısı 22.000'i geçmişti ki bunun ne kadar büyük olduğunu şöyle ifade edeyim, zumbaya gittiğim günlerde bile adım sayım 15.000' i ancak geçiyor. Bugüne kadar ki rekorum ise 17.000 civarıydı.

Bütün  yorgunluğuna rağmen güzel bir hafta sonuydu, tarihi İstanbul turlarımız devam edecek.

Bu arada yemin ediyorum ki bu feysbuk beni izliyor, cumartesi günü Fatih civarında o kadar vakit geçirdikten sonra bugün feysbuk'u açtım ve bana öneri olarak sunduğu sayfalar Fatih Sultan Mehmet ve Cübbeli Ahmet Hoca Efendi'nin sayfalarıydı. Buna ne diyorsunuz?

7 Nisan 2014 Pazartesi

Tarihi İstanbul turu - Fener Rum Lisesi & Kariye

Bu seneki doğum günü kutlaması gayet hareketli geçti. Şöyle ifade edeyim, cumartesi günü adım rekorumu kırdım, 22.000 küsur adım atmışım.

Şimdi efendim, benim her bir şeyim planlı programlıdır, eğlencem bile. Hobilerimi dahi belli bir plan çerçevesinde gerçekleştiririm. Bu cümleleri okuyup yorumlarda dalga geçecek olanlara peşinen söyleyeyim, size anlamsız gelse de bu benim hayatımı kolaylaştırıyor.

Yapmak istediğim çok şey, ama az zamanım var. Bu nedenle yapmak istediklerimi bir programa bağladım. Uyumlu beyim de itiraz etmiyor sağ olsun, fıstık gibi.

Plan şöyle: her ayın ilk cuma (duruma göre cumartesi) gecesi dışarı çıkma gecemiz, daha önce gitmediğimiz, popüler restoranların birinde güzel bir yemek, sonra da konser, bar programı artık keyfimize göre ne denk gelirse.

İkinci haftamız tiyatro haftası.

Üçüncü hafta İstanbul turu. Tarihi bir yeri seçip geziyoruz.

Dördüncü hafta serbest zaman, program yok.

Pazarları da atladım sanmayın, oryantiringe devam.

Kağıt üstünde çok güzel plan, lakin uygulamada zaman zaman program dışı gelişmeler nedeniyle aksamalar olabiliyor. Ama mümkün olduğunca uymaya çalışıyoruz. Yani beyim uymak için bir çaba sarf etmiyor ama en azından engel de olmuyor.

Bu hafta da önümüzdeki haftalardaki program sıkışıklığı nedeniyle 1 ve 3. hafta programlarını birleştirdik. Cuma akşamı güzel bir yemek, ve arkasından bir şeyler içtikten sonra fazla geçe kalmadan programı bitirdik. Cumartesi sabahı da tarihi İstanbul turumuz için yollara revan olduk.

Programımız Kariye Müzesi, Süleymaniye Camii civarındaki kurufasulyeciler ve akşam üzeri soğuk birer birayla günü tamamlamaktı.

Bir önceki akşamın yorgunluğu nedeniyle ancak 12'ye doğru çıkabildik yola. Önce Balat'a gidip yürüyerek Kariye Müzesi'ne geçtik. Bu arada yolumuzun üzerinde Mekteb-i Kebir ya da Kırmızı Mektep diye de bilinen Fener Rum Lisesi'ni görmüş olduk. Kırmızı tuğlalardan inşa edilmiş oldukça ihtişamlı bu yapı kuşbakışı bir kartal şeklindeymiş. Hakikaten çok görkemli, şato gibi bir şey.

Buradan yürüyerek Kariye Müzesi'ne geçtik. Kariye Müzesi mozaikleriyle ünlü, Bizans zamanında yapılmış bir kilise. Osmanlı döneminde cami olarak kullanılmasına rağmen binanın mimarisi ve içindeki mozaikler çok iyi korunmuş.

İngilizcede Chora Museum olarak geçiyor. Chora Rumca'da şehir dışında olan anlamına geliyormuş. 6. yy'da inşa edilen kilise Bizans İmparatorluğu zamanında surların dışında kaldığı için kilise bu adla anılırmış.

Kilisedeki mozaiklerde Hz. Meryem ve Hz. İsa'nın yaşamları kronolojik anlatılmış. Hz. Meryem'in İncil'de anlatılmayan hayatına yer verilmesi açısından Hristiyanlık açısından nadir ve önemliymiş bu mozaikler. Bunlar iç nartkes ve dış narteks denilen bölümlerde resmedilmiş.

Biz naos denilen ve ibadetin yapıldığı kilisenin ana bölümünü gezemedik. Restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalıydı.

Ayrıca pareklezyon denilen kiliseye bitişik inşa edilmiş şapel bölümündeki fresklerde de kıyamet günü resmedilmiş. Bu pareklezyon denilen bölüm mezar şapeli olarak anılıyor ama kiliseden farkı ne tam anlayamadım. Ama bu bölümün kiliseye 14. yy'da eklendiğini öğrendim.

Sanat tarihi açısından mozaik ve fresklerde kullanılan teknik çok önemliymiş. Resimlerin arka planlarında çeşitli yapılara yer verilmesi resimlere derinlik ve hareket kazandırmış. Bilen gözler tüm bunları çok daha iyi anlayıp takdir edecektir şüphesiz, ben okuduklarım ve sesli rehberden dinlediklerimi aktarabiliyorum.



Kariye Müzesi ziyaretimizi tamamladıktan sonra yürüyerek Süleymaniye'ye geçtik. Süleymaniye' ye gidiş maceramız ve sonrasını da bir sonraki yazımda anlatayım.

6 Nisan 2014 Pazar

Heppi pörtlek suyu

Bu hafta sonu bir doğum günümü daha idrak ettim efendim. Şu gök kubbe altında 35. zafer yılımı kutladım.

Artık yolun yarısı mıdır, ömrün ortası mıdır bilemem. Bildiğim bir şey var ki şu ana kadar hiç de fena geçmedi. Darısı bundan sonraki yılların başına.

Benim için bir yaşın iyi geçip geçmediğinin en önemli kriterlerinden biri daha önce denemediğim yeni bir şey yapıp yapmadığım. Bu açıdan 35. yaşımı da başarıyla tamamladım diyebilirim, zira çok başarılı olamasam da yeni bir hobim edindim: oryantiring.

Ayrıca geçtiğimiz yaşımda daha önce gitmediğim iki yurtdışı seyahati de yaptım ve Kıbrıs ile Viyana'ya gittim. Tamam birisi yavru vatan falan olabilir ama sonuçta dış hatlardan gidiliyor, bu açıdan benim için yurtdışıdır.

Tabii ki de kendi açımdan başka bir bir yenilik olarak da blog yazmaya başladım. Henüz bir fenomen falan olamadım, bu gidişle de pek ışık da görmüyorum kendimde ama yazmaya da devam etmeyi planlıyorum.

Bunun dışında acı-tatlı bir çok şey oldu elbette, ama hafızamda en güçlü izi bırakanlar yukarıdakiler. Allaha şükürler olsun ki iz bırakanlar arasında iyi anılar çok daha fazla.

Yeni yaşımdan dünya barışı istiyorum desem mesela...

Öfff çok sıkıcı...

Elbette barış olsun isterim de bu benim uyduruk dilek listemle olacak bir şey değil. Kendi kontrolümde olan bir şeyler isteyeceğim. Şu anda dilek hakkımı kullanmama değecek bir isteğim yok henüz, hakkımı ilerleyen günlerde kullanmak üzere saklıyorum.

İyi ki doğmuşum, iyi ki varım, iyi ki yaşıyorum. Yeni bir yıl, yeni bir macera beni bekliyor...