İnsanın burnunu dahi evden çıkartmak istemediği soğuk ve yağışlı günler geldi çattı. Buna rağmen dün 2,5 saatlik uzuuuuuun bir yolculuğu da göze alarak, bu yıl ikincisi düzenlenen Tasarım Bienali'ne gittim. Yola çıktığımda 2,5 saat süreceğini bilsem gider miydim bilmiyorum ama.
Bienal, Karaköy'de Eski Rum Okulu binasında. Burayı bulmak çok da kolay olmadı benim için, o nedenle gitmek isteyenler varsa tarif edeyim ki boşuna dolanıp durmayın.
Efendim, Eski Rum Okulu, Karaköy'de tramvayın geçtiği cadde üzerinde yer alıyor. Ancak o cadde uzuuuuun bir cadde olduğundan benim gibi bir ileri bir geri yapmayınız. Binayı, Tophane'deki nargilecilerin önünden, Eminönü istikametine doğru ilerlediğinizde hemen sağ tarafta, yol üzerinde göreceksiniz. Ben, "ileride bir Rum okulu var" diyerek beni Santral İstanbul'a yollayan midyeciyle, "bugün de herkes bu okulu soruyor, emanetçiyim ben, bugün ilk defa geldim buraya, bilmiyorum" diye çemkiren otopark görevlisinin kurbanı oldum, siz olmayın.
Maalesef bir sanatçı derinliğine, entelektüel birikimine sahip değilim. Bu nedenle bu yazıyı, bienalle ilgili derinlikli ve anlamlı eleştiriler bulma umuduyla okuyanlar yukarıdaki tarifi de okuduklarına göre ayrılabilirler. Alınmam, buradan sonra okuyacaklarınız sizi tatmin etmeyecektir.
Gerçekten, hayatta en fazla eksikliğini hissettiğim konuların başında sanatla ilişkim gelir. Böyle olmamayı dilerdim, samimiyetle söylüyorum. Resim, heykel, müzik, çağdaş sanat eserleri konularının en az birinde derinlikli bilgim, rafine bir zevkim, bir birikimim olsun isterdim. Olmadı.
Yine de mümkün olduğunca fırsat yaratıp sergi görmeye çalışıyorum. En azından başkalarının bu dünyayı nasıl algıladığını anlamaya çalışıyorum. Kesinlikle benim gibi değil!
Yukarıdaki açıklamalardan sonra gönül rahatlığıyla itiraf edebilirim ki "Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil" temasıyla düzenlenen bienaldeki projelerin pek çoğundaki mesaj bana iletilemedi. Alıcı ayarlarından kaynaklı.
Ancak beğendiğim 3 projeyi paylaşmak isterim:
Nasalo Sözlük
Wikipediden öğrendiğim kadarıyla "Norveçli bir sanatçı, koku araştırmacısı ve profesör" olan Sissel Tolaas'ın kokuları somutlaştırmak amacıyla icat ettiği bir sözlük. Bir kokuyu tarif etmek için "... gibi kokuyor" ifadesini kullanırız ya, Tolaas bu "... gibi" yi ortadan kaldıran ve kokuların "iyi" "kötü" gibi öznel ifadeler yerine nesnel bir şekilde tanımlanmasını sağlayan bir sözlük tasarlamış.
Mesela "ıyyy sirke gibi kokuyor" dediğimde zihninizde ne canlanıyor bilmem ama Tolaas sirke ve buna benzer ekşi kokuların adını "skuto" koymuş, ya da çimen kokusunun adı "isj".
Gerçekten ilginç bir proje.
Şekerleme Odası
Alman mimar-sanatçı Jürgen Mayer H.'nin insanların dilediği yerde, dilediği kadar uyuyabilmesini sağlamak üzere şeker gibi bir uyku odası tasarlamış. Oda gerçekten şeker gibi, her şey pembe. Odadaki ses bile pembe - ymiş. Pembe gürültü. (Bu pembe gürültü konusunda bilgi almak isterseniz buraya bir tık)
Birazcık keyfine düşkün herkes, bu projeyi neden beğendiğimi anlayacaktır. Hatta, böyle odaların gelecekte norm halini alması için tek kolunu verecek insanlar tanıyorum.
Sporbilgisayarı
En beğendiğim proje bu oldu. "Yaşamımı sürdürmek için çalışmak zorundayım ama çalıştığım için istediğim yaşama vakit ayıramıyorum" açmazına düştüğümden midir acaba? Evet.
Modern dünyamızın hediyesi iş/özel hayat dengesini sorgulatan bir proje. Kum torbaları olarak dizayn edilmiş klavye ile, bilgisayar başında çalışmak için spor yapmak zorunda olmanın muzipliğine bayıldım. Gelecekte ofis işleri aynı zamanda stres terapileri mi olacak dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder