21 Eylül 2015 Pazartesi

Ben Zero Gördüm

Sonbahar geldi miydi gelsin tiyatrolar gitsin sergiler. İçimden bir kültür mantarı çıkıveriyor. Hepsine gitmek istiyorum. Hepsini anlıyor muyum o ayrı bir konu. Olsun, ufkum genişliyor, "böyle de bir şey varmış" diyorum, bir şeyler öğreniyorum.

İşte bu kültür seferberliğim kapsamında geçen hafta sonu aldım beyimi dooooğru Zero sergisine. Kendisi her ne kadar "sanat benim için nefes almak gibi bir şey" beyanlarında bulunsa da, ben sergiden çok boğazda kahvaltıya tav olduğundan şüpheleniyorum.

Sergiye dönelim. Önce ansiklopedik bilgiler. SSM'nin sitesinden alıntı: II. Dünya Savaşı sonrasında gelen yıkıma ve olumsuzluğa bir cevap olarak 1957’de Düsseldorf’ta doğan ZERO akımı, bir avuç genç sanatçının savaşın durağanlığa sürüklediği sanat ortamında eserlerini sergileyecek galeri bulamamasıyla başladı. Sanatçı kimlikleriyle felsefe eğitimlerini birleştiren Alman sanatçılar Heinz Mack ve Otto Piene, “Sanat sıfırdan başlamalı” prensibiyle yola çıktılar ve karamsarlık havasından silkinerek her türlü yeni başlangıca zemin sağlayacak bir “ZERO alanı” hayal ettiler. Birkaç sene sonra aralarına Günther Uecker’in de katılımıyla ortaya çıkan ortak vizyon, müthiş bir yaratım enerjisiyle dünyanın dört bir yanında karşılığını buldu.

Artık yıllara dayanan okuyucu - yazıcı ilişkimizin samimiyetine dayanarak itiraf ediyorum: serginin 2/3'ünden hiç bir şey anlamadım sanırım.

Sanattan illa da bir şey anlamak mı lazım ondan da emin değilim. Mesela aşağıdaki fotoda gördüğünüz Heinz Mack'in Dokuz Sütun enstalasyonu görsel olarak çok etkileyici değil mi:


Üstelik eserin içine bile girebiliyorsunuz:


Sonradan öğrendim ki Mack'in derdi ışığa titreşim kazandırmakmış. Titreşim olayı beni tavladı, serginin en sevdiğim kısmı oldu. Mesela Sahara Projesi'ne bayıldım.

Işık sütunları:

Cennet kapısı:

Işık yağmuru:


Işığı seviyorum. Otto Piene de seviyormuş ve ışığı şöyle tanımlamış: rengin anlam kazandığı yer. Çok doğru.

Otto Piene'in bir de Işık Odası vardı. Karanlık bir odada çeşitli ışık oyunları. Odaya girer girmez, sanki savaş zamanı karartmanın uygulandığı bir odaya girmiş hissi yaşadım. Duvara yansıyan ışıklarla aydınlanan oda bir hava saldırısının ortasında kalmış gibi. Yanlmamışım. Piene 2. Dünya Savaşı'ndaki karartmalardan etkilenmiş bu odayı hazırlarken. Sanattan anlamıyoruz dediysek o kadar da diil yani, bende de bir ışık var.

Aşağıda Işık Odası'nın da fotoğrafı var ama odanın içindeki hissi algılayabilmeniz için odanın içinde bulunmanız lazım. Mesela karşı duvarda gördüğünüz ışık kümesi aslında odanın tüm duvarlarını dolaşıyor ve sanki duvarlarda bir böcek yürüyor hissiyatı yaratıyor.


Otto Piene'nin başka ilginç bulduğum çalışmaları da hava için sanat konseptli olanlardı. Mesela aşağıdaki şişme gökkuşağını yakından görmeniz gerek, insanın içinde zıp zıp zıplama isteği uyandırıyor. Maalesef 2014 yılında, bir sanat etkinliği için bu çalışmasını tamamlamasından bir gün önce vefat etmiş.


Bir de girişte yer alan Yves Klein imzalı monokrom'dan bahsetmeden geçemeyeceğim. Sanatçı kullandığı pigmentlerle bulduğu mavi rengin Klein mavisi diye patentini almış.


Pekiiii, farklı zamanlara ait olsalar ve sanatlarını farklı materyallerle icra etmiş olsalar da pigment boyası diyince aklınıza kim geliyor? Valla benim aklıma Anish Kapoor geliyor.

Allahım çok havalıyım. Siz de havalı olmak istiyorsanız bu sergiyi gezin derim. Rehberli turlar saat 11'de, yetişemezseniz sesli rehberle de gezebilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder