1 Haziran 2014 Pazar

Drina Köprüsü

"İyi yazılmış bir kitap nasıl olur, tarif etsene." deseniz bana "Dili akıcı olmalı, iyi bir kurgusu olmalı, insanı içine çeken bir hikayesi olmalı. Bir derdi, vermek istediği mesajı olsa iyi olur. Zamansız olmalı, ne zaman okusan bir anlam ifade etmeli." derim.

Bu tanım sizi tatmin eder, etmez ayrı hikaye, ama en iyi tanımım budur. Buna rağmen iyi kitabın kelimelere dökemediğim bir özelliği daha var. Dedim ya anlatamayacağım diye, kendimce büyüsü diyorum buna.

Mesela, tat duyumuz için dört ana tat vardır ya: tatlı, tuzlu, acı, ekşi. Bir de beşinci tat vardır hani; umami. Aslında kendi başına lezzeti yoktur ama yeteri ölçüde varlığı tüm tatların etkisini arttırır.

İyi yazılmış bir kitabın umamisi de bu bahsettiğim büyüsüdür.

Dili çok iyi, kurgusu çok başarılı, hikayesi sürükleyici, mesajı anlamlı, tüm zamanlara hitap eden bir kitabın "iyi yazılmış kitap" kategorisine girmesi için tüm bu özellikleri şart olsa da bir de bunların uyumlu bir şekilde bir araya getirilmiş olması gerekiyor, bunun için de büyü gerekiyor işte.

Uzun zamandır okuduğum kitaplar içinde bende bu duyguları uyandıran İvo Andriç'in Drina Köprüsü oldu.

1945 yılında basılmış olan kitap, Bosna'daki kozmopolit yaşamı 16. yy'da Sokollu Mehmet Paşa'nın emriyle Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş olan Drina Köprüsü üzerinden anlatıyor. Köprünün inşasından önceki yıllardan başlayan anlatım bu toplulukların yaşamlarına da etki eden tarihsel olayları köprü vasıtasıyla anlatıyor. 350 yıllık bu zaman zarfında, tarihsel öneme sahip olaylar, kuru kuru kronolojik sırayla anlatılmak yerine o toplulukları nasıl etkiledeği, efsaneleri ve bu efsanelerin nasıl doğduğunu da içerecek şekilde yer alıyor.

Kitabın ön sözünde çevirmen Hasan Ali Ediz'in tanıtım yazısında da bahsedildiği üzere en acımasız eylemler dahi yazar tarafından tarafsız bir şekilde aktarılmış. Yazar olayı, o olayın nedenlerini ve o olayı yaşayan insanların o anda neler hissettiğini herhangi bir yorum, yargı içermeden anlatmış. Kitapta yer alan tüm karakterleri tarafsız bir gözle olduğu gibi aktarmış.

Diyaloglardan ziyade bol miktarda tasvir içeren romanı okurken, yazarın canlı anlatımı sayesinde okuduğunuz her şeyi gözünüzde kolaylıkla canlandırabiliyorsunuz. Elbette çevirmen Hasan Ali Ediz ve Nuriye Müsatkimoğlu' nun başarısı da övgü hak ediyor.

O kadar ki, köprünün üstünde batan güneş manzarasını gözümü kapattığımda karşımda görebildiğim gibi, bir suçlunun diri diri kazığa geçirilmesini de görmemek için gözümü kapatmamaya çalışıp bir film izliyormuşçasına bakışlarımı sayfadan kaçırdım.

'90lı yıllarda Balkan'larda süregelen iç savaş nedeniyle bu kitap yeniden popüler olmuş, kimi çevrelerce, çok kültürlü bir yaşamın kanıtı olarak kimi çevrelerce de tam aksi, "bakın işte bu kitap asla birlikte yaşayamayacağımızın kanıtı" diyerek. Gerçekten de bu kitabı okuyan neyi görmek istiyorsa tam olarak onu görür. Çünkü, kitabın arka kapağında belirtildiği gibi "Anlatılan ne müthiş bir uyum hikayesi, ne de mutlak bir zulüm hikayesi. Kimliklerin, dinlerin, devletlerin ve de her şeyin ötesinde, içinde insanların olduğu, karmaşık, zengin bir hayat tablosu."

Tüm bu olanlar anlatılırken de çok doğru tespitler var kitapta. Mesela aşağıda işaretlediğim kısım yaşadığımız günlerin koşulları içinde o kadar anlamlı geldi ki bana. Acaba devlet büyüklerimiz kitap okuyor mudur, hangi kitapları okuyordur ve okuduklarından ne çıkarımlar yapıyordur diye düşünmeden edemedim:


Kitaptan alıntıladığım bir bölümle sonlandırmak istiyorum: "Hayat anlaşılmaz bir mucizedir, boyuna harcanır, erir, buna rağmen yine dayanır, sürüp gider. Tıpkı Drina'nın üstündeki köprü gibi."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder