13 Aralık 2013 Cuma

Viyana günleri vol 5

Bir önceki yazımda bahsettiğim üzere amansız bir mücadeleden galip çıkıp fachertorte'mi mideye indirdikten sonra kan şekeri seviyem normale döndü ve yeniden gelişmiş insan seviyesine döndüm. Özetle sanat damarlarım kabardı.

Gitmeden önce yaptığım tüm araştırmalar Viyana'da muhakkak bir opera, vals gösterisi ya da klasik müzik konserine gidilmesini öneriyordu. Lakin opera biletleri gösteri tarihinden çok önce tükendiği için önceden rezervasyon yapılması gerekiyormuş. Benim böyle bir imkanım olmadığı için imkanım olan seçenekler üzerinde yoğunlaştım.

Viyana' da özellikle turistik mekanların önünde bol bol pelerinli, otantik kıyafetli insanlar görüyorsunuz. Bunlar ellerinde dosyalarla size yaklaşıp  konser bileti isteyip istemediğinizi soruyorlar. Öncelikle belirteyim ki kesinlikle rahatsız edici bir ısrar yok, "no, thank you" dediğiniz anda hemen sizi rahat bırakıyorlar.

Avrupalının hanutçusu bile kibar oluyor azizim.

Neyse, ben de bu konserlerden birine gitmeye karar verdim ve bu bilet satıcılarından biri ile bilet almak üzere konuşmaya başladım.

Klasik bir şekilde o bir fiyat söyledi, ben çok pahallı bularak indirim istedim, o bana nereden geldiğimi ve öğrenci olup olmadığımı sordu, ben de dürüst bir şekilde öğrenci olmadığımı ve Türkiye'den geldiğimi söyledim. Sonunda bir fiyata anlaştık, ve ben bileti aldım.

Belirtmeden geçemiycem, bende özellikle yurtdışına gittiğim zaman iyi çalışan bir Türk radarı vardır. Bu adamın da ingilizce telaffuzundan Türk olduğuna kanaat getirip "siz neredensiniz" diye sordum. Beyefendi Avusturyalı olduğunu ve neden merak ettiğimi sordu. "Çünkü siz bana nereden geldiğimi sordunuz ve konuşma şekliniz de Türk gibi geldi" dedim. Israrla Avusturyalı olduğunu belirtti, ben de uzatmadım, bana ne nereliyse nereli.

Konser saatinde salona gittim, kapıdaki görevli biletimi kontrol ederek kendisinde kalması gereken parçayı aldı ve bana da biletin küçük parçasını verdi. Geçtim salona oturdum, beklerken elimdeki bilet parçasını evirip çevirmeye başladım.

Aaaaa, biletin arkasında satış yapan kişinin adı yazıyor ve bilin bakalım ne yazıyor? Sinan. Evet yazıldığı gibi okunan Sinan.

Artık adam hangi nedenle bana yalan söyledi bilemiyorum. Bulunduğu ülkede bir kimlik bunalımı yaşıyor ve kendini Avusturyalı olduğuna inandırmaya mı çalışıyordu, yoksa Türk olduğunu öğrenince "abicim sen bana biraz daha indirim yaparsın" diye bağlama çekeceğimden mi endişe etti hiç bir fikrim yok. Ancak gözümün içine baka baka, sanki Türk olmak kötü bir şeymiş gibi bana yalan söylemesine acaip bozuldum.

Ben bir şeye bozulunca falan öyle içime atmam, huyum kurusun işte. Netekim, ertesi akşam bilet aldığım yere gittim, benim adam orada. Şöyle arkasından "eşşoğlueşşek" diye seslenmek geldi ama tuttum kendimi. Sakince "Sinan" dedim, kafasını çevirdi Türk olduğunu bildiğimi yüzüne vurdum ve sakince yoluma devam ettim.

Sonradan çok güldüm bu yaptığıma, kim bilir hakkımda neler düşündü, "çattık manyağa" falan demiştir herhalde, neyse ben diyeceğimi dedim ya o bana yeter, içimde kalmadı. Gülmesine de vesile olduysam ne mutlu bana.

Konsere dönecek olursam, yaklaşık 100 kişilik bir salonda, tamamen turistlere yönelik bir organizasyondu. Zaten biletlerin turistik bölgelerde satılmasından belliydi. Yaklaşık 2 saatlik konserin birinci kısmında Mozart ikinci kısmında ise Strauss çalındı. Elimiz bir program bile vermediler, hangi eserleri icra ettiklerini görelim diye. Evet maalesef bir klasik müzik eseri icra edilirken "hımmm bu Mozart'ın şu senfonisi, bu konçertosu" diye ayırt edecek yeteneğim ve bilgim yok.

Orkestra 7-8 müzisyenden oluşan küçük bir orkestraydı, bazı eserlerde de bir opera sanatçısı ve iki bale sanatçısı eşlik ettiler. Salon ise Palffy adında bir saraymış ancak daha önce gördüğüm saraylara göre oldukça mütevazi olduğunu söyleyebilirim. Bu binanın özelliği Mozart'ın Figaro'yu ilk kez burada çalmasıymış.

Şöyle en şık kıyafetlerini giyinip gelen Viyanalılarla bir opera ortamı soluyamadım belki ama yine de müzikler gözlerimi kapatıp tarihsel hayallere dalmamı sağlayacak kadar güzeldi. Ancak yine uyarıyorum, ambiyans, konser her şey çok turistikti.

Sonraki günümü katıldığım konferansta geçirdim, akşam ise Rathausplatz'da bir barda düzenlenen kokteyle takıldıktan sonra konferansta tanıştığım Türkiye'den bir meslektaşla yemek yiyip Cafe Sacher'de sachertorte'yi denedim.

Açıkçası bana çok ağır geldi, önceki yazımda bahsettiğim fachertorte'yi tercih ederim. Ayrıca özellikle belirtmezseniz Cafe Sacher'de melange'ınız kremalı geliyor. Benim gibi krema ile arası olmayanlara bir hatırlatma olsun.

Viyandaki son günüm olan bir sonraki gün ise konferanstan çıktıktan sonra doğruca havaalanına gittim. Soğuk ama keyifli Viyana maceram böylece tamamlanmış oldu.

Tuna nehrinin bir fotosuyla da bu yazıyı sonlandırayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder