5 Ağustos 2013 Pazartesi

Bugünler ve Persepolis

Ufak bir hafta sonu seyahati için İstanbul dışına gittiğimizden dolayı bir kaç gündür buralarda yoktum, yazamadım. Yolculukla ilgili bir çok konu birikmişti aklımda; kamyon arkası yazılarından, Karadeniz'de yüzmeyi ne kadar özlediğimden, lezzetli domateslerden, taze fındıklardan falan bahsedecektim.

Sonra bugün Ergenekon davası haberlerini okudum, yazmayı düşündüğüm her şey uçtu gitti. Kararlara şaşırdım mı? Hayır. Ben umudumu uzun zaman önce yitirmişim belli ki. Persepolis yüzünden hepsi.

Persepolis, Fransa'da yaşayan İran asıllı çizgi roman sanatçısı ve çocuk kitabı yazarı Marjane Satrapi'nin otobiyografik romanı. Çocukluk yıllarını Şah dönemi ve İslam Devrimi sonrasında İran'da geçiren küçük Marji'nin ilk gençlik yıllarında lise eğitimini tamamlamak için Avusturya'ya uzanan hikayesi.Vatan ve aile özlemine dayanamayarak İran'a dönse de baskılara dayanamayıp sonunda Fransa'ya yerleşmeye karar verir.

Çizgi roman 2007 yılında animasyon olarak filme alınmış. Film, 2007 yılında Cannes Film Festivali'nde "Jüri Özel Ödülü" almış. 2008'de de "En İyi Animasyon Filmi" dalında Oscar adayı olup ödülü Ratatouille' a kaptırmış. Kazandığı bir sürü başka ödül de var.

Film siyah beyaz. Marjane Satrapi bunu şöyle açıklamış: "filmin izlendiği herhangi bir ülkede karakterlerin yabancılanmaması, böylelikle herhangi bir ülkenin ne kadar kolaylıkla İran olabileceğinin anlaşılması için"

İran olmak. Bir dönem dillendirilen en büyük korkumuzdu. "Türkiye İran mı oluyor?" Hatta bir dönem "Türkiye Malezya mı oluyor?" tartışmaları almıştı İran'ın yerini. Hala kafasında böyle soru işaretleri olan varsa filmi izledikten sonra anlayacak ki çoktan İran olmuşuz.

Ben filmi 2008 ya da 2009 yılında sinemada izlemiştim. Uzun yıllar görüşmediğim bir lise arkadaşımla geçirmiştik günü. Sabah kahvaltısı için Anadolukavağı'na gitmiştik. Bütün gün sohbet, muhabbet, anıları yad ederek geçmişti. Akşam olduğunda bir de sinema yapalım demiştik. Bu filme girmemiz için arkadaşım ısrar etmişti. Kara cahil ben "çizgi film mi seyredeceğiz" diye biraz atarlanıp sonunda ona uymuştum.

Filmden çıktıktan sonra kendimden utanmıştım. Seneler önce bir üniversite öğrencisiyken afişine bakıp da gençlik filmi diye girdiğim filmin korku filmi çıkmasından beri "afişe göre film değerlendirmesi yapmama" konusunda bir adım yol kat edemediğimi görmüştüm.

Film afişi
 
Filmin çekim tekniğini, sinemasal değerini eleştirecek bilgim yok. Zaten bu konuda söyleyecek sözü olanlar da gerekli değerlendirmeleri yapmışlar.

Persepolis filmi ülkemizin yaklaşık son 10 yılda geçtiği süreci 95 dakikada paketleyip önünüze koyuyor. Filmi izleyip sonra benim gibi umutsuzluğa kapılacak olanları baştan uyarayım, sonuç maalesef hiç iç açıcı değil. Şah'ın devrilmesinden sonra gücü ele geçiren radikal İslamcı kesimin uygulamaları ile kişisel özgürlüklerin kısıtlanması, muhaliflerin susturulması ve her zamanki gibi kadınlara hayatın yasaklanması küçük bir kız çocuğunun gözünden anlatılıyor.

Çok korkutucu.

Film beni gerçekten depresyona sokmuştu. Filmin tek "güzel" yanı kendime kahraman olarak seçtiğim büyükanne idi.

Çok iç karartıcı bir yazı oldu. Beni bu kadar olumsuz etkileyen bir film hakkında neden yazıyorum, hatta bu filmi neden tavsiye ediyorum diye merak ediyorsunuzdur.

Olur da yaşadığımız tüm bu adaletsizlik, baskı, ben yaptım oldu, benden olmayan var olmasın ortamında hala "ama adamlar çalışıyor, sivilleşiyoruz, vb" düşüncede olan bir kişi bile bu filmi izleyip gelecek konusunda sorgulamaya başlarsa, bu bile yeterli olacaktır benim için.

1 yorum:

  1. Hmm, ben de "Dövüş Klubü'ne gidelim" diyen bir arkadaşımı "o ne öyle, sevmem ben vurdulu kırdılı film" diye geri çevirmiştim. Çok geç aydım olaya. Umarım bu zamanlarda bizlere izletilen senaryolardan herkes doğru bir pay çıkartır.

    YanıtlaSil