19 Kasım 2013 Salı

Arı kovanına çomak sokan kız - sözlük anlamıyla

Dün bahsettiğim çocukluk doğum günlerinden sonra (bakınız) benim için doğum günü kutlamalarımın ne kadar özel olduğuna değinmezsem olmaz.Bu yaşıma kolay gelmedim sevgili okur, ne badireler atlattım. Hayır büyük trajedilerden, sapıklardan falan bahsetmiyorum. Bildiğin kendi canıma kast ettim.

Bu nedenle aldığım her yaş benim için bir başarı, bir ödüldür.

İlkokul yıllarımda oturduğumuz yere çok kar yağardı, kış akşamları babam beni ve kardeşimi kızak kaymaya çıkarırdı. Tahtadan yapılmış bir kızağımız bile vardı biz küçükken. Tüm mahalle de dışarıda, tam cümbüş.

Yine böyle bir akşam, kızağımızı aldık çıktık. Babam kaymayı beceremediğimizi söyleyerek bize nasıl kayılacağını uygulamalı göstermeye niyetlendi, bindi kızağa vıjjjjt diye kaymaya başladı. Biz kardeşimle kalakaldık, durur muyuz, biz de başladık arkasından koşmaya. Buzun üstünde yokuş aşağı, ben önde kardeşim arkada koşuyoruz, babam da en önde kızağın üstünde. Viraja gelene kadar problem yoktu ama işte o virajı almaya çalışırken artık aerodinamiğim mi bozuldu, ne olduysa yere düştüm, arkamdan gelen kardeşim de üstüme.

Bilanço: kırık bir kol, benim kolum. Şükürler olsun ki kafayı çatlatmadan atlattım.

Daha da küçükken, çocukluğumun büyük kısmının geçtiği ananemin evindeyiz. Annem çalıştığı için okula başlayana kadar sonra da yaz tatillerinde kardeşimle dönüşümlü olarak ananemde kalırdık. Kış olsa gerek ki ananem sokağa salmamış, camdan dışarı bakıyorum. Karşı binada da yaşlı bir çift otururdu, hayal meyal hatırlıyorum. Çok severdim onları ve hatta "cici anne, cici baba" diye hitap ederdim.

Adamın eski bir motosikleti vardı. Ben camdan bakıyorum, bizim mahallenin dışından bir grup çocuk gelmiş motosikleti inceliyor. "Eyvah" dedim "cici babanın motorunu kıracaklar". O hışımla kendimi sokağa atmışım, çocukları kovalayacağım. Evin önünde 6-7 basamaklı bir merdiven vardı, ben pat pat indim basamakları, bir koşu yolun karşısına geçtim, çocuklara bağırdım çağırdım, kovaladım. Sonra koşa koşa eve döndüm, o aceleyle merdivenleri çıkarken ne olduysa ayaklarım birbirine dolandı, pat yüzüstü merdivenlere, dudak yarıldı, dişler kırıldı. Allahtan süt dişlerimmiş de bir de estetik derdiyle uğraşmadık, yenileri çıktı.

Kafayı yine kurtarmıştım ama çatlamadan.

Tamam, çocukluğunda herkes bir yerlerden düşmüş, bir taraflarını kırmıştır. Peki içinizde kendini ağaca asan var mı? Yaaa işte yoktur. Bu biraz daha büyüdüğüm bir anım, ilkokula gidiyorum en azından, ondan eminim. Küçükken o bahçeden erik, bu bahçeden elma, öbüründen şeftali, mevsimine göre ağaçlardan toplar yerdik. Bir arkadaşın evinin bahçesinde şeftali ağacı var. Ağaç bir metre kadar yüksekliğinde bir setin üstünde, alt dallarda hiç meyve kalmamış, üst dallara boyum yetişmiyor. Ağaca çıkmak da faydasız zira meyveler duvardan aşağı doğru sarkan dalların ucunda. Duvardan atlayarak dallara uzanıp havadayken şeftalileri almaya çalışıyorum, olmuyor.

Tam o sırada gözüme bir halat ilişti. Dedim ki "Ben bu halatın bir ucunu ağaca, öbür ucunu kendime bağlar, kendimi de duvardan aşağıya sallandırırım, sallanırken de şeftalileri toplarım." Arkadaşlarım yanımda, yapma etme diyorlar ama kafaya koymuşum bir kere. Operasyona başladım, ipin ucunu bağladım ağaca, öbür ucunu da koltuk altlarımdan göğsümün çevresine bağladım, bıraktım kendimi duvardan aşağıya. Öffff, sakın denemeyin, çocuklarınıza da göz kulak olun yapmasınlar. Bir anda nefesim kesildi. Allahtan hesap kitap zayıfmış da ip uzun geldi, bacaklarımı düz uzatınca yere basabildim. Zaten çevredekiler de yetişti, belimi falan kırmadan yere indim. Şeftaliler kaldı ama.

Hadi ağaç maceranız da olmuştur belki ama eminim arı kovanına çomak sokan az kişiyizdir. Hayır efendim, anlamı güçlendirmek için mecaz yapmıyorum. Bildiğin bal yapan, vızzzzz diye ses çıkartan, iğnesi olan, sarı siyah şeritli, kanatlı böceklerin ikamet edip bal yaptıkları yuvalarına bir adet değnek sokmak suretiyle taciz ettim. Poke'ledim onları ama anlamadılar, onlara saldırdığımı zannedip karşı taarruza geçtiler. Ellerim, bileklerim, kollarım, boyun, ense, surat, saç diplerim, her tarafımı arı soktu. Eğer alerjik bir bünyem olsaydı tam o anda ruhumu teslim ederdim. Bundan da sağ çıkabildim şükür, ama beni sokan arıların hepsi öldü, bense hala buradayım. Bu tecrübeden ne ders çıkardım? Asla kaybedeceğin bir savaşa girme.

Şaka ya şaka, ders mers çıkarmadım. Çıkaracak halim de yoktu zaten, artık arılara pek yaklaşmıyorum ama. Bir de kibritin arı ısırığının panzehri olduğunu öğrendim. Yanmamış kibrit çöpünün ucunu ıslatıp o kahverengi şeyi arı ısırıklarına sürünce zehrini alıyormuş. Tabi bu ilk yardım oluyor, doktora da gitmek gerekiyor da ben o kısımları hatırlamıyorum, bayılmışım herhalde.

Yaa böyle işte, bu kadar badire atlattıktan sonra insan her yaşın kıymetini biliyor.

işte dişimin kırıldığı merdivenler, pek çok anının yer aldığı anane evi. yıkılırken son anlarında yakalamıştım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder