Gündüz tarihi ve kültürel gezilerimizi tamamladıktan sonra şimdi dolce vita zamanı...
Piazza Navona, Roma'da en keyif aldığım yer oldu. Akşam üzeri meydana geldik, muhteşem Fiumi Çeşmesi:
Navona Meydanı büyük dikdörtgen bir alan. Her yerde sokak müzisyenleri, ressamlar, şov yapan sanatçılar... Acaip eğlenceli bir yer. Bir kaç etkinliğe takıldıktan sonra güzel bir kafeye oturup içeceklerimizi sipariş ettik. Tam oturduğumuz kafenin önünde bir grup sanatçı da gelip müzik yapmaya başlamasın mı. Ay, dedim, herhalde zevkten uçacam.
Hemen dedim ki beyime "işte benim için mutluluk bu, tüm sorumluluklarımdan azade, güzel yemekler yiyip, güzel içkiler içip, güzel müzikler dinlemek". Bunun üzerine başladık beyimle mutluluğun tanımı üzerine konuşmaya. Yaaa, geyiğiz falan ama böyle felsefi tartışmalardan da geri durmayız yani, çok havalıyız çoook.
Düşünsenize genç güzel kadınla genç yakışıklı adam, Roma'da bir kokteyl barda oturmuş, akşam içkileri eşliğinde mutluluğun anlamı üzerine fikir teatisinde bulunuyorlar. Mükemmel bir film karesi... Al bu sahneyi hangi filme koyarsan koy cuk oturur, sırıtmaz. Romantik komediye de gider, ağır sanat filmine de. Bizim hararetli tartışmamız sırasında resme bir kapkaççı ekle al sana aksiyon, olmadı bu tartışmayı aslında bir cinayet planının şifreli aktarımı olarak yansıt mükemmel bir polisiye...
Tam rüya çiftiz yeminlen.
Neyse, rüya çift de olsak karnımız acıkıyor. Navona Meydanı'nın çevreleyen sokaklarda çok hoş restoranlar var. Biz tavsiye üzerine müzenin olduğu sokaktan ilerleyerek Cantina e Cucina adlı restorana gidiyoruz. Gitmeden önce bir arkadaşımızdan burada Türkçe bilen bir garson olduğu ve çok iyi yemek tavsiyeleri verdiği tüyosunu almıştık. Gittiğimizde sorduk, Türkçe bilen garson yoktu ama bizimle ilgilenen garson da gerek yemek tavsiyesi olsun, gerek samimi ama mesafeli ve saygılı tavırları olsun benden 10 puan aldı, ki benden 10 puan almak çok çok zordur.
Ayrıca yediğimiz her şeyi çok çok beğendik, kesinlikle tavsiye ediyorum burayı, pişman olmazsınız. Özellikle menüde "jewish style" diye geçen Yahudi usulü enginarı kesinlikle denemelisiniz. Ben ki enginar hastası, her bir şeyine bayılırım, hiç böylesini yememiştim. Kızartılarak pişirilmiş, biraz da ağırdı ama çıtır çıtırdı yaprakları:
Keyifli akşam yemeğimizden sonra meşhur Aşk Çeşmesi'ni bir de akşam görelim dedik ve otele dönüş yolumuzu buna göre planladık. Çeşmeye bir gittik ki mahşer günü gibi, sabahkinden çok daha kalabalık. Bu arada sabah bozuk paramız olmadığı için para atamamıştık ama akşam 10 euro cent'imizi atarak dileğimizi de diledik.
İtiraf etmek gerekirse bu çeşmeyi çok daha farklı hayal etmiştim, ama bulunduğu meydan benim hayalimden çok daha küçüktü doğrusu. Evet, kahrolsun snob turistler. Daha "benim memleketimin koyunları bile farklı bakıyor" geyiğine girmediğime dua edin.
Şaka bir yana çeşmenin kendisi gündüz ayrı güzel, akşam ayrı güzel:
3. günümüzü de 29.000 civarı atmış ve programımıza uymanın iç huzuruyla tamamladık.
Arkası yarın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder