Güneşli bir hava, elimizde dondurmalarımız, İspanyol Merdivenleri'ne yollandık.
İlk durak Via Condotti. Aslında burası durak değil de yolumuzun üzerinde, merdivenlere açılan bir sokak. Bu sokağın özelliği tüm lüks hazır giyim ve mücevher markalarının dükkanlarına ev sahipliği yapması. İşte sokağın fotosu ve ucunda görünen İspanyol Merdivenleri.
Programımıza aldığımız bir kafe de bu caddenin üzerindeydi: Caffe Greco. Bu kafenin özelliği 1760 yılında açılmış ve İtalya'nın en eski ikinci kafesi olması. En azından ambiyansı görmek için bir kahve içmek isterdim ama sabahtan beri süregelen yiyip içme halimiz nedeniyle mümkün olmadı maalesf. Eğer yolu buralara düşen olursa belki ziyaret etmek ister diye belirtmek istedim.
Merdivenler tam anlamıyla filmlerde, fotolarda gördüğümüz gibi kalabalık, bir sürü oturan insan vardı, ancak İspanyol merdivenlerinde İspanyol pozu veren bir tek ben vardım! Bir de günün anlam ve önemine istinaden ispanyol paça pantolonumu da çekmişim ayağıma. Yaaa her şeyin suyunu çıkartmak adetim var, huyum kurusun.
Beyim bu merdivenler konusunda çok hayal kırıklığına uğradı,
kafasında çok daha farklı bir şey canlandırmış herhalde. Bir de tam
merdivenlerin bitimindeki büyük bir alanın inşaat/tadilat işleri
nedeniyle brandalarla çevrelenmiş olması da bu hüsranına katkıda bulundu sanırım.
Neyse, merdivenlerden yukarı çıkıp çeşitli resim, heykel satan sokak santçılarının tezgahlarını gezdik. Yukarıda biraz soluklandıktan sonra yolumuza devam etmek üzere tekrar sokakları arşınlamaya başladık.
İstikamet, birinci gün kalabalıktan dolayı içine giremediğimiz St Pietro Bazilikası. Ancak artık yavaş yavaş acıkmaya da başladığımızdan önce karnımızı doyuracak bir yer arayışına giriyoruz. Vatikan'ın dibinde Piazza del Risorgimento meydanına nazır Anni '70 diye bir restorana oturuyoruz. Doğruyu söylemek gerekirse yemeklerinin tavsiye edilecek bir özelliği yoktu, kötü de değil, eh işte kıvamında. Ama böyle meydana nazır, püfür püfür oturmak çok iyi geldi. Yaşasın dolce vita! Bir de her masada aşağıda gördüğünüz makarna kavanozlarından lambalar vardı, çok şirin görünen:
Burada dinlenip enerjimizi topladıktan sonra bazilikaya geçtik. Önceliği bazilikanın kubbesine çıkmaya verdik. Kubbe çıkışı için asansörle çıkış ya da merdivenden çıkış olarak iki farklı bilet seçeneği var. Yalnız asansör bileti alsanız dahi son kısımda yine tırmanmanız gereken 320 basamak var (beni tanıyanlar bilir, basamakları saydım, doğru). Tamamını merdivenlerden çıkmayı tercih ederseniz basamak sayısı 551'miş.
Özellikle zirveye yaklaştıkça basamaklar daralıyor ve kubbenin eğimi nedeniyle klostrofobik bir hal alıyor benden uyarması.
Yalnıııııız, yukarıdaki manzara muhteşem:
Üzülerek gördüm ki duvarlarda en çok Türkçe yazılar vardı:
Yukarıdaki manzaradan sonra bazilikanın içini gezmek üzere aşağıya indik. Hristiyanlık dünyasının en önemli yapılarından birinin ihtişamını anlatmak için ben ne yazarsam yazayım eksik kalır ama gerçekten çok görkemli, çok etkileyici, çok çok...
İçeride bir çok heykel var ama sanırım en önemlisi, benim de aklımda yer edeni, Michelangelo'nun Pieta adlı, Hz. İsa'nın ölü bedenini tutan Meryem Ana heykeli. Bu heykelin sanat tarihi açısından da büyük önemi var ve en önemli iki özelliği Michelangelo'nun imzasını attığı yegane eseri olmasıyla, Meryem Ana'nın yüzünün "genç" olarak resmedildiği ilk eser olması.
Bazilikayı da görüp günlük kültür dozumuzu tamamladıktan sonra dolce vita zamanı için Piazza Navona'ya yollanıyoruz.
Tabii ki de arkası yarın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder