24 Kasım 2015 Salı

Amsterdam Köyleri 2. Bölüm

Orada bir kaç köy var uzakta dedik, o köylere nasıl gideceğimizi öğrendik, şimdi de biraz köylere bakalım ne var ne yok:

Broek in Waterland: İçinden kanal geçen bu köyde gölün çevresine dizilmiş güzel evleri görüp depresyona girmek istemiyorsanız burayı gezmeseniz de olur. Yaz döneminde gölde kayık falan kiralanıyormuş okuduğum kadarıyla lakin ben gittiğim zaman öyle bir şey yoktu. Ama evler, sokaklar çok güzeldi:

Bir de ağaçlar:


Broek in Waterland'da vaktiniz varsa 1 saatlik bir yürüyüş turu yapıp otobüsle bir sonraki durağa geçebilirsiniz.

Monnickendam: Otobüsten indikten sonra göreceğiniz kiliseye doğru yürüyün ve kiliseyi sağınıza alarak yürüyüşünüze devam edin. Yolun sonunda Monnickendam'ın meşhur çan kulesi ile karşılaşacaksınız:

Kulenin içinde Waterland bölgesinin tarihi hakkında bilgi alabileceğiniz küçük müzeyi gezebilirsiniz. Buralar bildiğin bataklıkmış ayol!

Müzede o ding dang dong diye çalan çanın nasıl öyle melodik çaldığını da mekanizmayı yakından gözleyerek öğrenebilirsiniz. Ben öğrendim. Aslında çok kolay bir mekanizmaymış ama bana yap deseniz yapamazdım.

Şöyle anlatmaya çalışayım: üstünde çıkıntılar olan devasa bir silindir düşünün, yatay duruyor, kendi ekseninde dönüyor. Döndükçe, o çıkıntılar yanlardan sarkan halatları hareket ettirerek çana yapılan vuruşların melodik olmasını sağlıyor.

İnşallah anlatabilmişimdir.

Çan kulesinden çıkıp sola doğru devam ettiğinizde limana geliyorsunuz. Amsterdam, Amsterdam olana kadar burası çok işlek bir limanmış. Sonra işte her yükselişin bir düşüşü olduğu gibi Monnickendam da gözden düşmüş.


Ama limanın çevresindeki kafeler hala çok güzel, oturup keyfinize bakabilirsiniz.

Marken: Şirinler kasabası Marken'e hoşgeldiniz!


Aslında bir ada olan ama karaya doldurulmuş bir yolla bağlanmış olan Marken'de kafanızı nereye çevirseniz yukarıdaki manzarayı göreceksiniz. Limana doğru yürüyün. Keyifli bir yürüyüş olacak.


Marken'de bir de clog atölyesi varmış, ben gitmedim. Çünkü çok acıkmıştım. Evet beni midem yönetiyor.

Liman çevresinde konuşlanmış bir çok restoran var, ben Marken Express'in tam karşısındaki restoranı seçtim, adını hatırlamıyorum şimdi ama yediğim balık enfesti:


Karnım doyduktan sonra tura devam etmeye hazırdım. Restoranın hemen yanındaki hediyelik eşya satan dükkandan alacağınız feribot bileti ile Volendam'a geçebilirsiniz. Bu bilet bizim sihirli otobüs biletimize dahil değil, ayrıca almak gerekiyor. Ücreti 7,5 euro.

Volendam: Feribot kıyıya yaklaşırken sizi selamlayan manzara muhteşem.


Yanyana sıralanmış hediyelik eşya, peynir dükkanları, kafeleri, balık, waffle satan arabaları ile Volendam limanı cıvıl cıvıl bir yer. Liman manzarasına karşı bir fincan kahve ile bir waffle'ı hüpleterek bütün gün kaybettiğiniz enerjiyi yerine koyabilirsiniz.

Bu arada buradaki hediyelik eşya dükkanlarındaki fiyatların Amsterdam'dan daha uygun olduğunu ve seçeneğin çok olduğunu söyleyeyim. Belki bilmek istersiniz.

Limanın cazibesine takılıp iç kısımları ihmal etmeyin. Zaten dönüş otobüsüne binmek için kasabanın ana yoluna doğru yürümeniz gerekecek. O yürüyüşünüz sırasında göreceğiniz evlere, o evlerin pencerelerindeki dekoratif çiçeklere, objelere hayran kalacaksınız.

Gurbet ellerde "ev gözetleyen sapık" yaftası yememek için fotoları uzaktan çektim, mahsusçuktan ağaçları falan çekiyormuşum gibi yaptım. Artık idare ediverin.


Bütün gezdiğim kasaba/köyler arasında en çok Volendam'ı beğendim. Bir de Edam'ı görmek istiyordum ancak artık akşam olmuştu. Ben de Volendam'dan sihirli biletim ile otobüsüme binerek Amsterdam'a doğru yola koyuldum. Yalnız bir kovboydum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder