Her zamanki gibi serbest çağrışım usulü:
* Bir kere "Fransızlar çok soğuk, hiç İngilizce konuşmuyorlar, İngilizce sorduğun sorulara bilerek cevap vermiyorlar" efsanesi efsaneymiş. Tüm seyahatimiz boyunca soru sorup da yanıt alamadığım bir Fransız vatandaşına denk gelmedim. Hatta çok az ingilizce konuşanlar bile yardımcı olabilmek için adeta çırpındı. Belki bunun sebebi benim karşı konulamaz sempatikliğimdir, bilemiyorum.
* Ama dil konusunda oldukça inatçılar. Mesela 3 günlük gezi programı yazısında bahsettiğim Carnavelet Müzesi'nde sergilenen eserlerin açıklama tabelaları sadece Fransızca'ydı. Bu nedenle gördüğüm bir çok şeyde aslında neye baktığımı anlamadım.
* Fransızlar nam saldıkları üzere çok kibarlar. Mesela bisiklet yolundasın, adam üzerine geliyor. Biz vatanımızdan alışmışız, hayatta kalma güdüsüyle ezilmemek için yoldan kaçıyoruz. Adam yavaşlayıp "Merci" diyor.
* Meşhuuuur Şanzelize'yi de dünya gözüyle gördüm. Ne görmeyi bekliyordum bilmiyorum ama bana dünyanın herhangi bir şehrinde olabilecek bir cadde kadar sıradan geldi. Evet, bendeniz çok bilmiş turist.
* Bak Montmartre'a öyle diyemiycem ama, çok kendine münhasır bir ruhu var. Bütün gün sokaklarında avare avare dolanıp kafelerinde lıkır lıkır şarabımı yudumlayabilirim.
![]() |
güneşli montmartre sokakları |
* İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden bir ekibin acilen Eyfel Kulesi'ne gidip "şehir simgelerine aydınlatma nasıl uygulanır" dersi almasını öneriyorum. Bizim pavyondan hallice ışıklandırılan caaaanım köprülerimize bir kere daha yandım.
* Daha önceden Paris'i ziyaret etmiş eş dost "aman hiç metroya falan binmeye kalkmayın, taksiye binin" diye önerdi. "Hııı tamam" dedim demesine de Paris'e kadar gitmişim, meşhuuuur metrosunu teftiş etmeyecek miydim yani? Mümkün değil. 2 kere taksi kullandık, bunun dışında tüm ulaşımımızı metro ile sağladık. Kalabalık, sıkışıklık, kaybolma vb hiç bir zorlukla karşılaşmadık. Özellikle kaybolmama kısmında yapmış olduğum ön çalışma ve hazırlıkların payı büyük.
* Havaalanı, metro ve sokaklarda güvenlik had safhadaydı. Silahlı jandarmalar sürekli devriye halindeydi.
* Normalde Avrupa ülkelerinin pasaport kontrolünde AB vatandaşlarının kontrolü için ayrı gişeler vardır ya hani, EU Citizens, Other Passports diye. Bizim İstanbul uçağından inen herkesi ayrım yapmadan Other Passports bölümüne yönlendirdiler.
* Ülkeden çıkışta ise öyle bir güvenlik kontrolü vardı ki vatandaş ayrımı gözetmeksizin herkese ayağındaki ayakkabıları, boyunlardaki şalları çıkarttırdılar. Ancak bu kadar sıkı kontrole rağmen önemli bir güvenlik zafiyeti vardı. Kendimi ihbar ediyorum: ben o kadar sıkı güvenlik önlemlerine rağmen 200ml'lik bir kutu meyve suyunu uçağa kadar getirdim. Elbette kasıtlı yapmadım, çantamda unutmuşum ve o çanta bütün o x-ray'lerden falan geçti, kimse de bana "bunu içeri sokamazsın" demedi. Ben de meyve suyunu uçağın kapısına kadar sokup sonra da lıkır lıkır içtim.
* Son tahlilde Paris'i beğendim, a bientot Paris! İnşallah!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder