8 Temmuz 2014 Salı

Musa Dağı'nda 40 Gün

Uzun zamandır kitap yazmadım, sanmayın ki okumuyorum. Okudum, okumaya devam ediyorum. En son okuduğum kitap 710  sayfa olunca araya bu kadar zaman girdi mecburen.

Okuduğum kitap Musa Dağ'da 40 Gün, yazarı Franz Werfel. 1933'te yazılan kitap Türkiye'de 1997'de yayınlanmış. Bu kadar geç olmasının sebebi ise konusu. Kitap 1915 yılındaki tehcirden kaçmak isteyen 7 köyün yaklaşık 5.000 kişilik nüfusun Musa Dağ'da geçirdiği 40 günü anlatılıyor.

Bir kere itiraf edeyim, ben bu kitabı okuyana kadar böyle bir olaydan bi-haberdim. Kitabı okuduktan sonra internette yaptığım araştırmalar neticesinde öğrendim ki kahramanlar hayal ürünü olsa da anlatılanlar doğru.

Her hikayenin en az iki tarafı vardır, burada da var. Orta okuldaki tarih öğretmenimizin bize tarihle ilgili ilk öğrettiği şey şuydu: "hiç bir tarihi olayı bugünün koşullarıyla değerlendirmeyin, tüm tarihi olayları yaşandığı zamanın şartlarında değerlendirin" Bu nedenle tehcir kararını tartışmayı o günün şartlarını bilen tarihçilere bırakıyorum, ben kitaba dönüyorum.

Hikayenin taraflı bir bakış açısıyla yazılmış olmasını bekliyordum elbette, bu nedenle okurken şaşırmadım. Ancak taraf tutma konusunun abartıldığını söylemeliyim. "Taraf tutma nasıl abartılır" diyenlere kısaca şöyle özetleyeyim: kitabın ortalarında bir yerde Ermeni toplumunun ne kadar gelişmiş bir entelektüel birikimi olduğunu kanıtlamak için Fransız toplumu ile karşılaştırılıyor. Ve sonuç: dünyanın tüm kültür mirasını Ermeni sanatçılara borçluyuz.

"Ay kültür dedin mi beni ayrı yere koyacaksın" dersem Allah çarpar, beni bilen bilir zaten. Ama bu halimle bile şak diye bir kaç tane Fransız yazar, şair, ressam falan sayabilirim, biraz zorlasam bilim adamı bile çıkartırım. Ama dünya literatürüne girmiş Ermeni sanatçı, bilim adamı ı-ıh çıkmaz, bu kapsamda bildiğim bir Kardashian'lar vardır, o da magazine olan ilgimden. Ama onların da dünya kültür mirasına katkısı tartışılır. Yazarımız farklı fikirde, Kardashian'lar konusunda değil de dünya kültür mirası hakkında. Olsun.

Bir de neredeyse tüm Ermeni karakterler insani vasıflar açısından mükemmele yakın tasvir edilmiş. Mesela dağa sığınanlar arasında bir de Fransız kadın var, ana karakterin karısı olarak yer alıyor. Hikayenin gelişimi içinde bu Fransız kadın bir Ermeni kadınla karşılaştırılıyor. Ermeni karakter 18 yaşında olmasına rağmen Fransız'la karşılaştırıldığında oturmuş bir karaktere sahip, erdemli, çalışkan, bir kadına atfedilebilecek tüm olumlu özelliklere sahip. Öte yandan Fransız ise çok yüzeysel, bencil neredeyse hain.

Dağa yerleşen yaklaşık 5.000 kişinin içinde ahlaki olarak düşük, kötü tasvir edilmiş karakterlerin neredeyse tamamının ise dışarıdan gelip bu köylere karışmış karakterler olması da dikkat çekici.

Sanırım taraflılık konusunda ne demek istediğimi anlatabildim.

Bir de sosyalistlere kötü bir haberim var: sınıfsız toplum ancak bir rüya. Kitapta ölümü beklediği tasvir edilen topluluk dağ yaşamını sürdürmek için belli kuralları uygulamaya çalışırken bile adeta kast sistemi gibi yapılanmaların oluştuğunu, savaşçıların yöneticileri, yöneticilerin sağlıkçıları, sağlıkçıların inşaat işlerinden sorumlu olanları, inşaatçıların mezarcıları diye diye her grubun bir alt grubu küçük gördüğü anlatılıyor.

Neyse işte, merak eden okusun, ancak kitap çok uzun, oldukça zaman gerekiyor haberiniz olsun. Kitabı okurken bir çok konuda "yaaa dur bakayım şu işin aslı astarı neymiş" diye araştırmaya vesile olması açısından iyi oluyor diyebilirim.

710 sayfalık kitabın kalınlığı bu kadar oluyor işte

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder